Mardin Konsili
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Din de daima O’na aittir. Artık Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?” (Nahl, 16/52) Yani göklerde ve yerde ne varsa hepsinin gerçek sahibi olan Allah aynı zamanda insanların tabi olmaları gereken dini de belirlemiştir. Yöneticilerin, kralların, yeryüzünde hâkimiyet sahibi olduklarını düşünenlerin kafalarına göre din belirleme yetkileri yoktur. Eğer belirlerlerse onun Allah katında bir geçerliliği olmaz. Çünkü Allah insanları kendi dinine göre sorgulayacaktır.
Bir başka âyeti kerimede şöyle buyrulur: “İyi bil ki hâlis din yalnız Allah’ındır.” (Zümer, 3/39) Yani Allah katında geçerli olan din yine Allah’ın koyduğu hükümlere göre şekillenir. Birilerinin dünyada sahip oldukları baskı ve yaptırım güçlerini kullanarak koydukları hükümleri din şekline sokmaları durumunda o hâlis din olamaz. Sahte para gibi geçersiz hayat nizamı hükmündedir.
Allah insanı kulluk göreviyle mükellef kıldığından bu görevi nasıl yerine getireceğini de vahiyle bildirmiş, bu yüzden ilk insan aynı zamanda vahye muhatap olmuştur. Sonraki dönemlerde her bir ferde ayrı ayrı değil sadece seçilen belli kişilere vahiy yoluyla din bildirilmiş, diğerlerinden de işte bu dine tâbi olmaları istenmiştir. Bunu yapanlar Allah katında geçerli dine uymuş, kafalarına göre din uyduranlar veya Allah’ın dininde kafalarına göre değişiklik yapanlar ise kısmen veya tamamen sahih istikametten çıkmışlardır.
Hal böyle olmakla birlikte tarih boyunca özellikle beşeri güç ve hâkimiyete sahip olanların bazen, Allah’ın kendine has kıldığı din belirleme sahasına girmeye çalıştıklarını yahut vahiyle bildirilmiş nizamda kendi hesaplarına göre değişiklikler yapmaya kalkıştıklarını görürüz.
M.S. 325’te toplanan İznik Konsili öncelikle Mesihiler yani Hıristiyanlar arasında çıkan ihtilafları çözme amacına yönelik olmakla birlikte aynı zamanda hâkim sistemin onayından geçecek bir din anlayışını şekillendirmeyi amaçlıyordu. Roma İmparatorluğu artık Hıristiyanlığı benimsemişti, ama onun hesaplarıyla, devlet nizamıyla çakışmayan, hâkimiyet planlarının önünde barikat oluşturmayan, imparatorun yetkilerini sınırlandırmayan kısacası kiliselere kapatılmış bir ruhani hayattan ibaret din anlayışına ihtiyacı vardı. İşte bu konuda bir ittifak sağlanması, buna muhalif kitapların, yazımların imha edilmesi ve bir “resmî din” anlayışının şekillendirilmesi için İmparator Konstantin’in çağrısıyla din adamları İznik’te toplandı. Hıristiyanlığın tarihinde bir dönüm noktası sayılabilecek bu ünlü toplantı İznik Konsili adıyla tarihe geçti. Gerçi Hıristiyanlıkta sapmalar, yanlış yönlendirmelerin etkisiyle ortaya çıkan ihtilaflar ve İsa Mesih (a.s.) hakkında gerçeğe aykırı iddialardan kaynaklanan tartışmalar daha önce başlamıştı. Ama İznik Konsili’nin yaptığı da ihtilaflardan kurtulmak için Allah’ın sahih dininin, İsa Mesih (a.s.)’a vahy edilen hayat nizamının ne olduğunu değil İmparatorun dininin nasıl olması gerektiğini tartışmaktı.
Bazı şiddet eylemlerinde gerekçe olarak kullanıldığı iddiasıyla, Şeyhulislam İbnu Teymiyye (rh. a.)’nin cihatla ilgili fetvasını iptal etmek amacıyla Mardin’de düzenlenen toplantıyla ilgili gelişmeleri takip ederken İznik Konsili aklıma geldi. Bu toplantıyı organize eden kadronun girişimlerinde ABD’nin yönlendirmelerinin önemli rolü olduğu biliniyor. Toplantının da Allah’ın dini olan Müslümanlık yerine Amerika’nın razı olacağı Müslümanlığın nasıl şekillendirileceği telaşıyla yürütülen çalışmaların bir parçası olduğunu söylersek sanıyorum insafsızlık etmiş olmayız.
Şeyhulislam İbnu Teymiyye (rh. a.), o fetvayı hazırlarken Moğol işgaline karşı cihadın vücubu ve bu konuda Müslümanların sorumluluğu hakkında Allah’ın dinine başvurmuştu. Bu konudaki deliller gayet açıktır ve kimsenin o delilleri iptal etmeye yetkisi de yoktur, gücü de yetmez. O fetva olsa da olmasa da bu deliller günümüzde Filistin topraklarındaki vahşi siyonist işgale, Çeçenistan’daki Rus işgaline, Afganistan’daki ABD – NATO işgaline karşı yürütülen cihad için de geçerlidir. Birileri eğer fetvayı yanlış yorumluyor ve meşruiyeti olmayan şiddete dayanak olarak gösteriyorlarsa bunun suçlusu fetva değil yanlış yorumlayanlardır.
İşgalci Moğolların siyasi hesaplarına göre törpülenmiş bir Müslümanlık tarzını hâkim kılmak için o zaman da çok uğraşanlar oldu ama başarılı olamadılar. Çünkü karşılarında “Düşmanlarım bana ne yapabilirler? Ben cennetimi kalbimde, bahçemi göğsümde taşıyorum. Nereye götürülsem onlar benimle beraberdir. Hapsedilmem halvet, öldürülmem şehâdet ve memleketimden sürülmem ise seyahattir.” diyen âlimler vardı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.