Taraf olmak
Geçen günlerde Star Gazetesi Matbaası, Taraf Gazetesinin basımında müşkülat çıkardı. N’olmuştu, araya nasıl bir kara kedi girmişti? Bu durum, onca açıklamaya rağmen hâlâ netliğe kavuşmadı. Şu an, yeniden ateşkes ilan edilmesine rağmen, buzlar eridi mi, saflar yeniden sıklaştırıldı mı, o da belli değil.
Mücadelenin olduğu ortamlarda ve toplumlarda ‘taraf’ olmak, yabana atılmayacak bir bilinç işidir. “Taraf olmayan bertaraf olur” sözü sık tekrarlanan bir klişedir. Kaldı ki, bazen rüzgar sizi savurur, isteseniz de bitaraf olamazsınız zaten. Taraf olmak, cepheleşmektir aynı zamanda. Cephe dediğiniz şey de sadece sizin taraftan müteşekkil değildir; belirgin ittifaklar göze çarpar.
Ne ki, bizim gibi taşların oturmadığı, düşüncelerin ve hatta inançların bile derme çatma olduğu toplumlarda, oluşan ittifaklar da, düşünceler ve inançlar gibi derme çatmadır; tıpkı gecekondulaşma gibidir; her zaman için bir taraflar dökülür.
Her yeni gün, yeni ittifaklar kurulur, ittifaklar bozulur. Yeni doğan günün ne getireceği hiç belli olmaz; köklü yapılaşmaların olmadığı, yerli düzeneğin bulunmadığı durumlarda rüzgârın ne tarafa savuracağı kestirilemez.
Biz de gözü kapalı taraf olunur. Sözgelimi kimileri “asker nerede, biz orada” der her zaman. Bu kolaycılıktır. Sağına soluna bile bakmaz çokça. Konuşlanacağı yer bellidir. Kimileri de paranın tarafındadır. Çünkü güç oradadır onlara göre. Kimileri ise o kadar pervasızdır ki, milli olmak / milli görünmek gibi bir dertleri bile yoktur; Okyanus ötesi güç dengeleri nereyi gösteriyorsa, orada konuşlanmak ‘akıllıca’dır. Müslümanlar ise ‘kim gülücük dağıtıyorsa…’ onun yanında yer alır. Yaşım müsait, çok iyi hatırlıyorum; bir dönem Mümtaz Soysal’ın (kulakları çınlasın) yazdıkları mest ederdi bizleri; adeta tavana sıçrardık; oley, oley… Sanırım şimdi aynı tarafta değiliz.
Tarafını belirlemek önemli elbette; bu inkar edilemez. Ancak ne var ki, tarafımızı nasıl belirlediğimiz de bir o kadar önemli değil mi sizce de? Adam sadece pankartlara bakıyor. Örneğin kim Atatürkçülük pankartını taşıyorsa, hiç tereddüt etmeden oraya yöneliyor. Ya da kim çağdaşlık diyorsa… Bu pankartı kimin taşıyacağı ise hiç belli olmuyor; kimileyin bir Atatürkçünün elinde, kimileyin ise Marksist-Leninist; kızıl komünistin… Hoş yenilerde İslamcıların da bu bayrağı dalgalandırdıkları olmuyor değil. Maskeli balo gibi; bu yüz gerçekte kime ait kestirmek o kadar zor ki…
Bazen kalabalıkları durdurup sormak geliyor içimden; hemşerim yolculuk ne tarafa!
Eskiden olsa mazlumun yanında yer almak asaletti, erdemdi. İnancımız da bunu gerektirirdi. Şimdi ise, güçlüden ve kazanandan yana olmak esas kabul ediliyor. Hangi taraf olursa olsun, söylenebilecek genel kaide şu: Kimse haktan yana olmak derdinde değil. Herkesin tek amacı var: Menfaatleri… “Çıkarımız nerede ise, çıkar yol orada” anlayışı hakim; hatta bazen ‘milli çıkarlar’ denilmek sureti ile, soslandırılarak ulvileştiriliyor bu pespayelik.
Gerçekten de “Çıkarlarımız nerede ise çıkar yol orada mı?”…
Şu bir gerçek; zemin kaygan, adamlar fırıldak. Kimse tarafına güvenmesin… “Benim arkamda asker var”… “Benim arkamda sermaye”… “Benim arkamda AB ya da ABD”… Benden söylemesi güvenmeyin. Kartların ne zaman karılacağı belli olmadığına, rüzgarın ne zaman, ne yönden eseceği kestirilemediğine göre, tarafların, safların ne zamana kadar geçerli olacağı da hiç belli olmaz.
“Yok, yok benim arkamda asker var”… Anlatamadım galiba, piyon olmak bir güvence değildir. Piyon olmak, her zaman için feda edilmek demektir.
Gördüğüm kadarıyla söyleyeyim, en sağlam taraftarlık, futbol taraftarlığıdır. Adam bir ömür boyunca Galatasaray’ı tutuyor. Görüyor musun vefayı, sadakati… Böyle bir vefayı kadın kocasına göstermiyor. Yensek de yenilsek de beraberiz… Bunu siyasette diyemiyor hiç kimse. Vatan-millet, din-diyanet söz konusu olduğunda bile kendimizden emin olarak, bir futbol taraftarı gibi “yensek de yenilsek de beraberiz…” diyemiyorsak, neyin tarafında olduğumuz hiç önemli değil, çünkü gerçekte ne taraf var demektir, ne saf…
Yalnız da olsak, “güç ve kudret sahibi Allah’tır” diyerek, hak tarafında olamıyorsak, bunun da anlamlı olduğu söylenemez. Galiba bizler, tarafımızı değil, ondan da önce ölçümüzü kaybettik.
Ölçü kaybolduktan sonra, tarafın kaybolmasından daha doğal bir şey de yoktur, kaldı ki bu, sözü edilecek bir şey de değildir.