Tuzun kokmaması gerek!
Fatih Sultan Mehmed döneminde yaşandığı rivayet edilen -ve belki de birçoğumuzun okumuş olması kuvvetle muhtemel- tarihi bir yargılama, ecdadımızın 'adalet'e ne kadar önem verdiğini anlatır bizlere.
Rivayet edilir ki: Fatih Sultan Mehmed Han, cami inşaatında kullanılmak üzere teslim ettiği iki mermer sütunun gereğinden fazla kısaltılmasına kızarak, Rum asıllı bir mimarın elini kestirir. Padişah'dan şikayetçi olan mimarın davasını zamanın Üsküdar Kadısı Hızır Bey kabul eder ve Sultanı yargılamak üzere mahkemeye çağırır. Mahkemeye gelen padişahı, davacıyla birlikte mahkeme huzurunda ayakta bekleten Hızır Bey, padişahın suçlu olduğuna karar verir ve mimara yapılanın aynısının Padişah'a yapılması gerektiği şeklinde karar verir.
Yani Sultan Fatih'in de eli kesilecektir!..
Mahkemenin kararına şaşıran Rum Mimar, davasından feregat eder ve bunun üzerine Kadı'nın hükmettiği tazminatı kendiliğinden iki misline çıkaran Fatih Sultan Mehmed, gizlediği demir sopayı çıkarıp gösterdikten sonra, Hızır Bey'e hitaben: "Eğer Allah'ın hükmünü uygulamayıp, beni elimin kesilmesine mahkum etmeseydin, bu sopayla kafanı paramparça ederdim" der.
Bunun üzerine, sakladığı hançeri çıkarıp padişaha gösteren Hızır Bey de: "Eğer hükmü kabul etmeseydin, ben de bununla seni delik deşik ederdim" şeklinde konuşur...
Evliya Çelebi'nin de rivayet ettiği bu olayın değişik versiyonları olduğunu biliyoruz. Aynı dönemde, Osmanlı'nın adli sistemini incelemek üzere gelen yabancı heyetlerin, tenkit edecek en ufak bir husus bile bulamadıkları bu sisteme hayran kaldıkları da malum. AİHM'in Türkiye'de görülen davalarla ilgili olarak birbiri ardına aldığı kararlar, sistemin günümüzde ne durumda olduğunu, açıkça gösteriyor...
Yukardaki anektod, yargı bağımsızlığı açısından muhteşem bir örnek. Ve yine bu olay, yargının tarafsızlığı açısından da muhteşem bir örnek. Ağzından çıkan her sözün kanun olduğu kabul edilen bir padişahı yargılamak, yargı bağımsızlığının; suçlu olduğu için padişahı elini kesmeye mahkum edebilmek de tarafsızlığın zirve noktasıdır herhalde...
Bahsettiğimiz olay 15. Yüzyılda yaşanmış.
Şimdi 21. yüzyıldayız.
Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerine gösterebileceğimiz olayların çok daha fazla yaşanıyor olması gereken bir zaman dilimindeyiz yani.
Gelişmek, ilerlemek bu değil midir?
Etrafımıza baktığımızda gördüğümüz manzara, hiç de geliştiğimiz ve ilerlediğimiz kanaati vermediği gibi; tam aksine, gerilediğimizi düşündürüyor. Nedense tarafsızlık konusunu pek ağızlarına almıyorlar ama, yargının bağımsız olmadığı hususunu en çok yargı mensupları dillendiriyor...
Bağımsızlık konusu tartışılıyor olsa da, son zamanlarda yaşanan gelişmelerden sonra, özellikle yüksek yargının 'tarafsız' olduğunu söyleyebilecek pek kimse kalmadı...
Vahim olan; bağımsızlık taleplerinin, yargının taraflı davranışlarını ilanihaye sürdürebilmesi için dillendiriliyor olması...
Anayasa değişikliği girişimi sebebiyle yargı üzerine çokca laflar edilirken, değişikliğe karşı olanlar, Anayasa Mahkemesi ve HSYK'da yapılması düşünülen değişiklikler sebebiyle olacak, daha çok yargı bağımsızlığı üzerine laflar ediyorlar. Konunun uzmanı olan bazı hukukçuların ve aydınların da hatırlattığı gibi, tarafsızlıktan kimsenin bahsettiği yok...
Oysa özellikle de yüksek yargının, bağımsız ve belki de bundan daha fazla 'tarafsız olması' gerekiyor.
Çünkü yüksek yargı kuruluşları son merci...
Yani onlar tuz ve meşhur meselde olduğu gibi, 'tuzun kokmaması gerek'!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.