Ahmet Akgündüz

Ahmet Akgündüz

İşârî Mana ve İşârî Tefsir

İşârî Mana ve İşârî Tefsir

İşarî mânâ, bir kelamın doğrudan değil, işaret olarak ince anlamlar taşımasıdır. Mesela, katıldığı toplantıdan erken dönen birine, “Niçin erken döndüğü” sorulduğunda “Hava soğuktu, fazla kalamadım” dese bununla hem maddi havanın soğukluğunu nazara verebilir, hem de toplantıdaki uygunsuz ortama dikkat çekebilir.
Fıkıh âlimleri kıyas yoluyla bazı neticelere varırlar. İşari tefsir mensupları da istihrac ettikleri manalarla ibret alırlar. Mesela, “Ona (Kur’an’a) ancak tertemiz olanlar dokunabilir” (Vakıa, 79) ayeti için “Nasıl ki Kur’an’a ancak temiz beden dokunabilir. Onun gibi, Kur’an’ın manalarını da ancak müttaki insanların temiz kalbleri zevkedebilir” sonucuna ulaşmak güzel bir işarî manadır. Keza, “İçinde köpek ve cünüp bulunan eve melekler girmez.” (Ebu Davud, Taharet, 89) hadisinden “kibir ve hasedle kirlenmiş kalbe de iman hakikatlerinin feyzi girmez” sonucuna varmak isabetli bir yorumdur.
Kur’ân-ı Kerim, anlaşılmak ve amel olunmak için geldiğini açıkça bildirmektedir. “Biz, Kur’ân’ı anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?” (Kamer, 54/17, 22, 32, 40) Bu itibarla, nüzûle başlamasıyla birlikte anlaşılması için çalışmalara da başlanmış; bu yöndeki faaliyetler, ilk zamanlarda “te’vil”, daha sonra genellikle “tefsir” adıyla anılmıştır. İlk müfessir ve semavî nasslara en uygun yorumlar getiren Hz. Peygamber’e ve vahiy atmosferini yaşamaya mazhar olan sahabeye dayanan rivâyet ağırlıklı tefsire, sonraları çoğunlukla bu rivâyetlere aykırı düşmeyecek şekilde akıl, tefekkür ve her sahada gelişen ilimlerin daha bariz bir tarzda devreye girmesiyle dirâyet tefsiri katılmıştır. Böylece, içtimaî tefsir, lügavî tefsir, edebi, hukuki, fenni ve daha başka tefsir çeşitleri ortaya çıkmıştır. Bunun yanında, usûl bakımından daha farklı ve daha hususi bir bakış açısını yansıtan işarî tefsir adı verilen çalışmalar da yapılmıştır. Bu faaliyetler, kesintisiz devam etmektedir. Gazzalî’nin deyişiyle bu durum, “Kur’ân’ın kıyısız bir umman” (Cevâhiru’l-Kur’an, 15) olduğunun bir göstergesidir.
Klâsik kaynaklarımızda işarî tefsir geniş bir alana şamil olarak görülmektedir. (Suyutî, Itkan, 4/225) Sonraları bu tefsir, sûfî veya tasavvufî tefsir olarak görünmeye başlamıştır. Konu ile ilgili kaynakları incelediğimizde, işâri tefsirin, tasavvufî tefsire münhasır olmayıp, tasavvufî tefsiri de içine alan daha kapsamlı bir faaliyet olduğunu görüyoruz.
İşarî tefsire delâlet eden birçok âyet vardır. Yusuf (a.s.), hâdiseleri ve rüyaları tabir ilmini Allah’ın kendisine öğrettiğini ifade eder (Yusuf, 12/37). Gözlerini kaybeden babasının gözlerinin kendi gömleği ile açılacağını bildirmesi ve dediği gibi olması (Yusuf, 12/93-96) yine bu ilmin cümlesindendir. Onun bu ilmi kesinlik bildirir.1
Hz. Yakub’un, Filistin’den, Mısır’da bulunan oğlu Yusuf’un kokusunu almasını imkânsız görenlere: “Allah’tan aldığım ilimle ben sizin bilmediğinizi bilirim” (Yusuf, 12/96) dediğini öğreniyoruz. Bu âyet ve özellikle Kehf Sûresi 78-82. âyetlerinde, Hızır’ın, Hz. Musa’ya verilenden başka bir bilgiye sahip olduğunu anlatan kıssa, Allah’ın bazı kullarına lütfettiği bir kavrayış ve ledünnî bir ilim olduğunu açıkça bildirmektedir. Kehf Sûresindeki bu kıssa, açık ve tatbikatlı olarak bu âlemde ve hayatta bilinen ve keşfedilen şeylerin ötesinde bilinmeyen pek çok şey olduğunu ispatlamaktadır. Ayrıca Kur’ân, işaretten anlamayı açıkça teşvik etmektedir: “Kesinlikle bunda işaretten anlayanlar için nice ibretler (âyât) vardır.” (Hıcr, 15/75)
Bediüzzaman Said Nursî, işarî tefsiri değerlendirirken, zahir gibi bâtın ve mecazda da ifratı tehlikeli görür: “Her şeyi zahire hamledip zahirîlerin yanlış mezhebini ortaya çıkarıncaya kadar tefrit etmek ne kadar zararlı ise, her şeye mecaz gözüyle baktırıp sonunda bâtınîlerin batıl mezhebini sonuç verecek kadar ifrat sevgisi daha zararlıdır”.2 O, böyle derken, tabiî ki işarî ve remzî mânâyı reddetmez, bilâkis kabul eder ve bu konuda şu açıklamaları da yapar: “Bir işle çok uğraşan kimse, genellikle başka alanlarda bilgisiz olur. Bundan dolayı, maddî alanda fazla yoğrulan, maneviyatta zayıflar ve sathi olur. Sadece zahirî tefsir ile iktifa eden Kur’ân’ın derûnî anlamlarına nüfuz edemez ve yaptığı iş noksan kalır. Sarih mânâ, çoğunlukla bir tanedir ve bellidir. Aksi takdirde bu mânânın belirlenmesinde âlimlerin büyük çoğunluğunun tasvibi gerekir. Ama sarih mânânın altında gizli olan işarî ve remzi mânâ böyle değildir. İşarî mânâ bir bütün olup her çağa mahsus kısımları vardır. Bu açıdan, işarî mânâ, Kur’ân’ın âyetiyle veya sarahatiyle çelişmek şöyle dursun, bilâkis O’nun i’caz ve belâgatine hizmet eder. Dolayısıyla, bu nevi işaretlere itiraza sebep yoktur.”
Bediüzzaman’ın, Âli Imrân Sûresi (3) 64. âyetindeki “Yâ Ehle’l-Kitâb” ifadesi hakkında şu orijinal tesbiti işarî tefsire örnek teşkil etmektedir: “Yâ ehle’l-Kitâb lafzı, Ya ehle’l-Mekteb mânâsını dahi tazammun eder”.3 Onun, kezâ Bakara Sûresi’nin ilk âyeti hakkında, “Elif Lâm Mîm lisân-ı hâliyle hem muarazaya meydan okur, hem mu’ciz olduğunu ilân eder” 4 yönündeki tespiti de bu kabildendir.
Elmalı Hamdi Yazır da şu tesbitleri yapar: Kur’ân’ın lisanı, lügaz ve muamma gibi remizden ibaret sembolik bir ifade değildir. Şüphe yok ki nususta asıl olan mâni bir karine bulunmadıkça zahiri üzere haml olunmaktır. Bununla beraber şu da muhakkaktır ki Kur’ân’ın Ümmü’l-Kitâb olan muhkemâtının yanında hafî, müşkil, mücmel ve müteşâbihatı, hakikatı, mecâzı, sarihi, kinâyesi, istiaresi, temsili, tensisi, imâsı, belâğatinin nükteleri, târizleri, telmihleri, remizleri de vardır. Bütün bunlarda en vazıh olan mânâ maksut olmakla beraber müstetbeât-i terâkib (satır arası mânâlar) denilen ve tâli derecede matlup olan nice ifadeler de vardır. Usûl ilminde malum olduğu üzere zâhirin zâhir olması aynı zamanda te’vil, tensis, mecâz ihtimallerini kesmiş olmak lâzım gelmeyeceği cihetle o zahire münafi ve münakız olmayarak maiyetinde bazı ihtimallerle tâli derecede birçok işaretlerin anlaşılıp istinbat olunabilmesi, muhkemâtın vuzuh ve beyânına aykırı olamayacağı gibi, bilâkis lisan arabiy mübîn olmasının levazımındandır. Bundan dolayı Kur’ân’da hiç bâtın, remiz ve îmâ yoktur, demek doğru olmaz. Elif Lâm Mîm, Kâf, Nûn gibi sûre başlarında gelen harfler ne sûrette tefsir edilirse edilsin remzî olmaktan hâli denemez. Fakat Kur’ân, O’nu gereği gibi düşünmüyorlar mı? Eğer Kur’ân Allah’tan başkasına ait olsaydı, elbette içinde birçok tutarsızlıklar bulurlardı esası üzere çelişkiden beri, son derecede beliğ bir kelâm olduğu için, zâhiri ve bâtını arasında aykırılık ve çelişkiden münezzehtir. Haddi aşmamak şartıyla ondan zaman zaman vehbî ve zevkî olarak alınan tulûât ve ilhamlara nihayet tasavvur olunamaz.”5 Şihab’ın dediği gibi bu kabil gizli işaretlerin Kur’ân’ın mu’cizelerinden olması uzak bir ihtimal olarak görülemez.6.
Maamafih müteşabihat vadisi demek olan bu gibi nüktelerden muhkemata aykırı mânâlar çıkartmağa kalkışmak, Hurufilik sapıklığıyla Bâtınîlik karanlığına sürüklenmek demek olacağı, bunun ise Kur’ân’ın zulmetten nûra götüren açık beyanına aykırı olduğu şüphesiz olmakla beraber muhkemata aykırı olmayarak sezilen, duyulan parıltılar, ışıklar, ince ince irfanları, zevkleri okşayan remizler, îmâlar, kâlden ziyade hâle ait olan ve ehlinden başkasına örtüsünü açmayan hârikalar da ne kadar incelense o kadar faydalı, o kadar güzel olur. Meselâ Kur’ân’ın başı besmelenin (bâ)sı ile başladığı, sonu da ‘nâs’ın ‘sîn’i ile son bulduğu düşünülünce, bunun ‘bes’, yani yetişir, kâfi, işte o kadar demek gibi olduğu, bunun da ‘Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır. Sonra, Rab’lerinin huzurunda toplanacaklardır’ (En’âm: 6/38) muhkem mefhûmuna uygun olarak Kur’ân’ın başka bir kitaba, diğer bir delile ihtiyaç bırakmayacak derecede din esaslarının hepsini içeren, yeterli bir hidayet rehberi olduğuna bir remiz, yani ‘Kendilerine okunan kitab (Kur’ân)ı sana indirmemiz onlara yetmedi mi? Şüphesiz inanan bir toplum için bunda bir rahmet ve öğüt vardır’ (Ankebût: 29/51) muhkem mânâsına da işaret olması gibi anlayışlar boş değil, hoştur.7
Makbul bir işarî tefsir için şu dört esasa dikkat çekilmiştir:
1-Kur’an’ın zahirî manalarına aykırı olmaması.
2-Onu destekleyen şer’i bir delil olması.
3-Şer’an ve aklen reddedilmemesi.
4-Zahiri mananın tamamen reddedilip, “Bundan murat ancak bu işarî manadır” denilmemesi.
Konuyu bazı örneklerle açmakta yarar görüyoruz: Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde insanların bölük bölük Allah’ın dinine gireceklerini haber veren Nasr Suresi nazil olduğunda, artık Resululllah’ın (asm) dünyadaki görevinin bitmek üzere olduğunu hisseden Hz. Ömer (ra) ağlamaya başlar.
Keza, Hz. Peygamber ömrünün sonlarına doğru bir konuşmasında, “Bir kul dünyada kalmakla Allah’a dönmek hususunda muhayyer bırakıldı. O, Allah katında olanı seçti” deyince, Hz. Ebubekir gözyaşlarını tutamaz.8 Hâlbuki aynı hadisi duyan nice insan, o anda Hz. Ebubekir’in hissettiğini hissetmez.
Hz. Ebubekir, Veda Haccı’nda nazil olan “Bugün dininizi kemale erdirdim ve size olan nimetimi tamamladım.”9 ayetini duyunca “Kemalden sonra ancak noksan vardır” der. Hz. Peygamberin vefatının yaklaştığını hisseder ve ağlar.10
Sonuç olarak, Bediüzzaman’a göre, “Bir tabakanın mâna-yı işârisinin külliyetindeki fertlerinin bu asırda tezâhür eden ve münasebeti pek kuvvetli bir ferdi Risalet-ün-Nur olduğunu, onu okuyan herkes tasdik eder. Risalet-ün-Nur’un Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstadı yok, Kur’ân’dan başka mercii yoktur. Te’lif olduğu vakit hiçbir kitab müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir.
İşte Sikke-i Tasdik-i Gaybi adlı risalede zikredilen otuzüç âyetin bil’ittifak, tekellüfsüz, mânaca ve cifirce Resail-in-Nur’un başına parmak basmaları ve başta Âyet-in-Nur on parmakla ona işaret etmesi ve eskidenberi ulema ortasında ve edibler mabeyninde meşhur bir düstur ve hakikatlı bir medar-ı istihracat ve hattâ hususî tarihlerde ve mezar taşlarında ediplerin istimal ettikleri mâruf bir kanun-u ilmî iledir. Eğer o kanuna tasannu karışmazsa, işâret-i gaybiye olabilir. Eğer sun’î ve kasdî yapılsa, yalnız bir letâfet, bir zerâfet, bir cezâlet olur.”11
1 Taberî, Camiu'l-Beyan, 7/220.
2 Nursi, Muhâkemât, 23.
3 Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı, 1/183.
4 Elmalı Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, 2/1170.
5 Hak Dini Kur’ân Dili, 8/5614
6 Hak Dini Kur’ân Dili, 7/4564.
7 Elmalı, Hak Dini, 9/6429; Muhammed Çelik, İşari Tefsir ve Sahası, Yeni Ümit, Sayı : 62 Ekim - Kasım - Aralık 2003.
8 Buhari, Menakıbu’l- Ensar, 45.
9 Kur’an, Maide, 3.
10 Mahmud Alusi, Ruh’ul-Ma_ânî, c. I, sh. 7-12.
11 Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sh. 94-95.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Akgündüz Arşivi