Yasaklanmak istenen yoksa İslâm mı?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın ülkede neredeyse iki kişiden birisinin oyunu alarak iktidara gelmiş bir partiye kapatma dâvası açabilmesi, birtakım güç merkezlerinin kendilerini millet iradesinin üstünde gördüklerini bir kez daha fâş etmiştir.
Hayır, bu itiraz, çoğunluğun oyuyla iktidara gelmiş partiler hakkında asla dâva açılmaz sadedinde değil. Bu itiraz, halkın sabit değerlerini tehdit görüp de, onlar dolayısıyla bir partiye kapatma dâvası açabilme cesaretine (!) dair.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın hukukî kimliği, açılan dâvanın hukuktan çok, siyasi bir girişim olduğunu gizlemeye yetmez. Kapatma dâvasını çYDD Başkanı Türkan Saylan'ın artık meşhur olan o meş'um sözünde dile getirdiği, "Biz asılız. Bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye'de olması mümkün değildir." meydan okuyuşundan âzade düşünebilir miyiz? Sanmıyorum.
Halk olarak bu senaryoyu demokrasi hayatına geçtiğimiz günden beri defaatle gördük. Halk bıktı, onlar bıkmadı. Siyaseti halkın iradesine göre değil, yargı yoluyla, zaman zaman da askerî darbe ve muhtıralarla düzenlemeye kalkışmanın ülkeye çok ağır faturalar çıkardığı onları hiç ırgalamıyor zaten. Halkına ve hukuka bu kadar yabancı bir elit bürokrasi kitlesi, başka bir ülkede var mı acaba?
Savcının kapatma talebinin gerekçesi; AK Parti'nin “laikliğe aykırı fiillerin odağı hâline gelmiş” olması. Anayasa Mahkemesi, bu kapatma dâvasına dair ne tür bir hüküm verir, bilmiyoruz, ama geçmişe baktığımızda ortada bir muammanın olduğu da kuşkusuz. Mahkemenin alacağı kararın rengi, yapılan yasa değişikliklerine rağmen muamma.
çünkü bu ülkede hukuk tam anlamıyla oturmuş olmadığından, Anayasa Mahkemesi'nin 367 kararı, Danıştay Başsavcısı'nın daha yenilerde darbeye methiyeler dizen sözleri orta yerde durmaktadır. Yoksa bu dâva açılabilir miydi zaten?
En ürkütücü olanı da, “laikliğe aykırı fiillerin odağı hâline gelme” iddiasının isbatlanması için öne sürülen gerekçeler!.. Halkı kapatmak, tarihi kapatmak, gelenek ve göreneği kapatmakla eşdeğer bir komedi sergilenen.. Savcı hazretleri, aslında kendini, adını, içinden çıktığı Anadolu topraklarını kapatıyor, farkında değil!
Biz, savcı ve ona destek veren seçilmiş ve atanmışların ortaya serdedilen iddialara inandıklarını kabullenmeyi güç buluyoruz. Ancak, inananların olduğu da kuşkusuzdur. Bu kesimlerde "irtica korkusu" paranoyaya dönüşmüştür, evham gerçeğin yerini almıştır, bunun farkındayız. Bu korkuyu ayrıca tartışmak gerek elbet. Ama kapatma dâvası açanların, korkudan ziyade, hukukla siyasete çekidüzen verme niyetlerinin âşikâr olduğuna inanıyoruz. İş öyle abartılmış ki; iddia ve duruş resmen "İslâm karşıtlığına" vardırılmış.
Türkiye'nin temel sorunlarının başında, "dinin toplum hayatındaki yerinin ne olacağı" meselesi gelir. Zaman zaman bu konuyu gündeme getirmemizin yegâne sebebi de bu. Halkın genel anlamda dinle bir sorunu yok tabiî. Ancak sistem içinde sert bir çekirdeğin dini iptal (!) etmeye çalıştıkları bir sır değil. Bunu başarmak için de nice yollara başvurdular, lâkin nâfile!
Dini yok etmeyi başaramayacaklarını bildiklerinden, onu, birey olarak insan kalbinin en ücra köşesine, hayata müdahale edemeyecek kadar uzak bir mesafede kafeslemek istediler. Zamanla orada unutulacağını, gerçek hayata bir daha dönemeyeceğini hesapladılar.
Ama olmadı, olamazdı da. Bunlar, farklı coğrafyaların pozitivist din mühendisliğinin yanılgılarını bizim coğrafyda yeniden tecrübe etmek istediler. Ama sonuç ortada.
Bu girişim başarısız olunca da, din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak iddiasıyla dini kamusal hayattan tamamen dışlama yoluna gittiler, bu meyanda akıl ve vicdan sınırlarını sonuna kadar zorladıklarına bütün ülke şâhit.
Şimdi de hukuk ridasının sağladığı kamuflaj imkânıyla dindar siyasetçiyi yasaklamak, oy kullanan her iki kişiden birinin iradesini yok saymak yoluna gidiyorlar. Bu dâva tek başına savcıyı aşan bir iş.
Bakınız, açılan dâvada; “Hamdolsun” ifadesi bile tehdit algısı içine alınmış. Dinî literatüre ait olan kavramlar birer birer suç unsuru olarak sayılmış, pes doğrusu! Savcının Müftülükle ortak olarak Kur'an-ı Kerim dağıtan Kocaeli Belediye Başkanı için de 5 yıl yasak istediğini öğreniyoruz.. İnsanın rüyasında görse inanamayacağı türden iddialar...
Dâva dilekçesi, kabulü mümkün olmayan iddialarla dolu. Bu dâva savcının istediği istikamette giderse, Türkiye’de; “demokrasi iddiasının bir balon olduğu”, aslında yürürlükte olanın bir ‘yargı diktatörlüğü’ olduğu kanıtlanmış olacak.
Bu da ülkenin, tarihin belli bir döneminde donup fosilleşmesini isteyenlerin zaferi gibi algılanacak. Ancak, tarihin akışına karşı kürek çekmekle kimse zafer kazanamaz! ülke zaman kaybedecek, o kadar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.