Demokrasiye müdahâleye karşı…
Kamuoyunda “Anayasa değişikliği” ve peşinden gelen referandum süreci daha yeterince tartışılmadan son günlerde artan çatışma ve şehid haberleri, unutulan “açılım” ve terörle mücadele tartışmalarını alevlendirdi.
Ancak Meclis’te özellikle 12 Eylül darbesini koruyup kollayan “darbe anayasası”nın “geçici 15. maddesi”nin kaldırılıp, darbecilerin yargılanmasının önünü açacak “zamanaşımı”nı kaldıran herhangi bir yasal düzenleme eklenmemesi, darbe-ara dönem ve siyaset ilişkilerini sözkonusu ediyor. Millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in kapısına kilit vuran, hükûmetleri alaşağı eden, siyasî partileri kapatan darbelere karşı duruşları ve darbe dönemlerinde muvazaa siyasî oluşumları, yeniden gündeme getiriyor…Bu bakımdan, 12 Mart ve 12 Eylül’e karşı verilen asil demokratik mücadelelerle, darbecilerle işbirliği içindeki siyasetin teslimiyetçi kırılmaları, ibretlerle dolu… Meselâ, 12 Eylül darbesinin hemen ardından CIA Ankara Bürosu Şefi Paul Henze’nin ABD Başkanı Jimmy Carter’a telefon açıp, “Bizim çocuklar başardı (Our boys did it” müjdesi(!), demokrasiyi katleden ve inkıtaa uğratan diğer darbe ve muhtıralarda olduğu gibi 12 Eylül darbesinin arkasında kimlerin olduğunu deşifre etmekte. Darbe öncesi, millî güvenlik danışmanı Zbıgnıew Brezinski’nin Carter’a, “Türkiye’de, tıpkı Brezilya’da olduğu gibi bir askerî darbenin en iyi çözüm olduğu” tavsiyesi, bunun en açık delillerinden…
“DARBECİLERİN İZNİ”YLE…
Keza “İhtilâl konseyi”nin başında bulunan Evren’in, darbe hükûmetinde ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı atadığı Özal’a muvazaa partisi kurdurması ise, bir diğer işâret.
12 Eylül’ün ilk seçimleri öncesinde Ankara’dan ABD’ye dönen Dışişleri Bakanı Aleksandır Haig’e, Almanların “Amerika Sunalp’ı mı destekliyor?” sorusuna, “Hayır, Amerika Özal’ı destekliyor” cümlesi de bu gerçeğin ifâdesi. (Ercan Deva, Şifre: k.ö.ş.k, 110-127)
Nitekim 12 Eylül darbesinin silâh zoruyla kapattığı Adalet Partisi kadrolarının, 143 parlamenterin büyük bir coşku ile çatısında toplandığı Büyük Türkiye Partisi’nin de “kapatılacağını” önceden söyleyen Özal’ın dediği çıkar. İktidara geleceği aşikâr olan bu partinin “AP’nin devamı” gerekçesiyle 11 gün sonra kapatılıp, ihtilâlin Millî Güvenlik Konseyi’nin 79 sayılı kararıyla aralarında Demirel ve Çağlayangil’in bulunduğu 12 eski parlamenter ile BTP kurucularının Zincirbozan’a zorunlu ikamete tabi tutulurlar…
1983’ün başlarında Amerika’da lobi faaliyetlerine katılan Özal’ın dönüşünde Evren’i ziyaret ederek “parti kurma” düşüncesini kendisine açıp “tek endişesinin kuracağı partiye izin çıkmaması” olduğunu arz etmesi; “Amerika’da düşündüm; eski partilerle hiç ilgisi olmayacak, eskilerin devamı olmayacak” teminatını verip, “Benimle ilgili kararınızda bir değişiklik var mı? Onu öğrenmek isterim” diye “izin” istemesi, bu dönemin içyüzünü açıklayan önemli olaylardan…
Ve Evren’in “Hayır, yok; isterseniz parti kurabilirsiniz” cevabı üzerine, Özal’ın “seçimi kazanmaları halinde ‘iktidar olup olamayacakları” sorusuna, “Elbette iktidar olursunuz” güvencesini vermesi, sürecin işleyişini su yüzüne çıkarmakta. Sonradan olanlar mâlûm. 6 Kasım 1983 seçimlerinde Özal’ın “icâzetli” partisi tek başına seçimi kazanır. Üç günlük tereddütlü ve heyecanlı bekleyişten sonra Köşk’e dâvet edilen Özal, Evren’i sol kolunun dirseğinden yakalayıp kendine doğru çekerek yanağından öper. Bu ani hareketle nasıl tepki vereceği belli olmayan Evren’le Özal arasında gerilen ipler normale döner ve buzlar erir…Sadece kurdurduğu üç partiye “izinli-muvazaalı seçim” sonrası ilk buluşmada Özal’ın Evren’e söyledikleri ise mâlûm; “Sayın Cumhurbaşkanım. Sizin emrinizdeyim. Elbette 12 Eylül doğrultusunda hizmet vereceğiz. Sizin direktifleriniz bize daima rehber olacaktır. Partimiz, 12 Eylül sâyesinde var olmuştur…” (a.g.e.)
“E-MUHTIRA” HÂTIRASI…
Enteresan olanı, 20 yıl sonra içinde bulunduğu “millî görüş” siyasî geleneğinden koparak “gömlek değiştirdikleri” ve “yenilikçi” olarak “hiçbir partinin devamı olmadıkları” iddiasıyla parti kuran Erdoğan’ın, “ikinci Özal” olarak övülmekten hoşlanması. Her fırsatta “Özal’ın yolunda” olduklarını tekrarlayan ve Demirel’i atlayıp Özal’la yanyana afişlerini seçim afişlerinde astırması. Daha da enteresanı, başından beri, tıpkı Özal’ın “siyasî yasaklar”ı savunması gibi “eskileri” suçlaması ve 12 Eylül’ün yargılanmasına soğuk bakması…
Bu açıdan Milliyet’te Devrim Sevimay imzasıyla yayımlanan haberde, Hasan Cemal’in “Türkiye’nin Asker Sorunu” adlı kitabındaki “e-muhtıra” hâtırası önem kazanıyor. 27 Nisan 2007’de Çankaya’daki Dışişleri Konutunda, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu dolayısıyla yorucu ve gergin bir gün geçiren Gül’ün, geceyarısı televizyonlarda sözkonusu “e-bildiri”nin okunması üzerine, apar topar evden çıkarken yakın bir dostunu arayıp “Eğer bana birşey olursa âilem sana emânet” dediğini aktaran H. Cemal, “e-bildiri”nin açık bir müdahâle olduğuna ve demokrasiye suikast olduğuna dikkat çekiyor. Başbakan Erdoğan’dan bazı bakanlara kadar, birçok iktidar partisi sözcüsü de “27 Nisan e-bildirisi”ni “muhtıra olarak algıladıklarını” anlatıyorlar…
Ne var ki tıpkı 12 Eylül darbesinin yargılanmasında olduğu gibi, AKP siyasî iktidarı, “muhtıra” ve “demokrasiye müdahâle” olarak gördüğü “e-bildiri”yi de “savcılar”a havale etti, ediyor; yargılanması için hiçbir şey yapmadı, yapmıyor…
Bu da en enteresanı…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.