Nasıl yaşarsanız öyle...
Ölüm haberi en umulmadık ânda çıkagelir. İnsan ölüme ne kadar hazır olduğunu düşünse de, “Her nefis ölümü tadıcıdır” inancını şuuruna yedirse de, o yine insanı hazırlıksız yakalar.
Efendimiz de öyle demez mi; “İnsanın nerede ve nasıl öleceği gaybtandır.” Dolayısıyla ölümün saati ve mekânı Allah katında kayıt altındadır.
O’ndan geldik, O’na dönücüleriz...
Pazartesi akşamı bilgisayarın başındaydım. Çalışıyordum. Telefon geldi. Bir arkadaş, ‘evinin yanındayım, müsaitsen ziyaret edeyim’, dedi. Tabii olur, gel dedim. Bilgisayarı açık bıraktım. Epey bir müddet hasbihal ettikten sonra ayrıldı. Ben de çalışma masama geri döndüm.
Ama ne dönüş!...
Ekranla göz göze geldiğimde kilitleniverdim, oracıkta yüreğime bir acı düşmüştü. “İnna lillahi inna ileyhi râciûn” âyeti dudaklarımdan döküldü. İki dost, iki güzel insan Allah’ın rahmetine kavuşmuştu. Afganistan’da, bir uçak kazasında...
İslâmî câmianın yakından tanıdığı yazar ve aktivist Bahattin Yıldız ve çok sevdiğim aziz dostum Faruk Aktaş...
İnternete düşen haber şöyle diyordu:
“Türkiye’nin önde gelen yazarlarından Bahattin Yıldız ve İHH çalışanlarından Faruk Aktaş’ın, bugün Afganistan’da düştüğü öğrenilen uçakta yer aldıkları bilgisi kesinlik kazandı.”
Nedense haberin yanlış olmasını diledim. Ama hayır, İslâmi gençliğin Bahattin ağabeyi ile İHH Güney Asya Koordinatörü Faruk’un müşterek dostları birbirlerine ortak email grupları üzerinden başsağlığı dilemeye başlamışlardı bile.
Rus işgaline karşı Afganistan cihadı başladığından beri, yani 30 yıldır Afganistan meselesiyle yakından ilgilenmişti, Bahattin Yıldız. Farklı dergilerde ve Milli Gazete’de birçok makalesi yayımlanan Yıldız’ın; Savaşan Afganistan, Cihat Günlüğü, Kar Çiçeği, Karda Ayak İzleri, Güllerin Vedası isimli kitapları da bulunmaktadır.
Kendisini İslâmabad’da tanımış, Allah için sevmiştim. O bizim Bahattin ağabeyimizdi..
Faruk Aktaş’ı da Allah için severdim...
Faruk yetim büyümüştü. Onun kişiliğinde yetim büyümenin biriktirdiği rahmete ve nezâkete tanıklık ettim hep. İHH bünyesinde çalışmaya başladığında yetim projeleri üzerine eğilmişti, bir yetim duyarlılığıyla.
Geçenlerde Patani’den döndükten sonra Gazetemiz muhabirlerinden Mustafa Uzun’a bir mülakaat vermişti. Patani Müslümanlarını tanımlarken; “Patanililer ümmetin yetimleridir” demişti. Yetim metaforu üzerinden, yani en iyi hissettiği dilden insanların gönlüne ulaşmaya çalışmıştı.
“Patani’nin yetimleri bizi bekliyor” diyerek de oradaki yetimlere dikkat çekmiş, mesajını Kur’an’ın yetim hassasiyeti üzerinden vermişti.
İHH’nın Afganistan’nın Kunduz bölgesinde açmayı planladığı yetimhaneye arsa bulmak için bölgeye gitmişti Faruk, yetim babası Bahattin ağabeyle...
Kaderin cilvesi, geride bir yetim bırakarak, bir yetim diyarında Rabbine yürüdü. Yetimini Rabbine emanet ederek..
Faruk hemşehrimdi. Ortak anılarımız çok oldu. Aynı üniversitede okuduk. Ben yüksek lisans yaparken o lisans yapıyordu. En son geçen yıl Türkiye’ye geldiğimde ziyaretime gelmişti, o zaman görüşmüştük.
Saç sakalı çok genç yaşta ağarmıştı. 1974 doğumluydu. Olgunluğa akranlarından çok daha erken çağda ermişti. İlim okumayı ve okutmayı severdi. Arapça’dan siyasi ve fikri önemli makaleler tercüme edip yayımlardı. Karşılaştırmalı İslâm Hukuku ve Batı Hukuku okumuştu. Maddi ve manevi onca emek vererek aldığı diploma, Türkiye’de hukuk bölümleri bitirenlerin okuduğu ders saatinin iki katı olmasına rağmen tanınmamıştı. 28 Şubat’ın oluşturduğu mağdurlar kervanına o da katılmıştı.
O, 28 Şubat’ın mağdur bıraktığı arkadaşları gibi İngilizce ve Arapça bilmenin, yurtdışı tecrübesi sahibi olmanın avantajlarını kullanarak iş hayatına atılmadı. Hizmet alanında akmak için mücaadele verdi.
İnandıkları gibi yaşayan iki yiğit insan sevenlerini hüzne boğdu...
Not: Bu yazı yazılırken uçağın enkazına hâlâ ulaşılmış değildi. Gelen haberler umutlu olmayın, mucize beklemeyin dese de, ben bir mucize gerçekleşsin diye dua ediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.