İnşallah…
İnşallah kelimesini çok sık kullanırız; dilimizden düşürmeyiz hiç.
“İnşallah gelirim… İnşallah sınıfımı geçerim…”
-Baba bana oyuncak alır mısın? İnşallah.
-Anne hafta sonu Dilrubalara gidelim mi? İnşallah
Kundaktaki çocuğumuz bile aşinadır bu kelimeye. Çoklukla dil alışkanlığı haline gelmiştir. Çoğu kez, lafın gelişi olarak söylenir. Adeta pelesenk olmuştur dilimize.
Fakat ‘inşallah’ın tam olarak ne anlama geldiğini bildiğimiz söylenemez yine de.
Lügatlere bakarsan, ‘inşallah’; “Allah dilerse demektir…”
Allah dilerse gelirim… Allah dilerse sınıfımı geçerim… Bu kadarını biliriz bilmesine. Hatta her şeyin Allah’ın dilemesi ile olduğunu da… Ne de olsa Müslüman insanlarız, akaidimiz sağlamdır elhamdülillah.
Fakat sözgelimi bir arkadaşımız “Mutlaka düğünüme bekliyorum” dediğinde, ‘İnşallah’ karşılığını verirsek, tatmin olmaz bu sözden.
“Yahu bırak şimdi ‘inşallah’ı, mutlaka bekliyorum bak…”
Allah Allah… Bir türlü bunu verilmiş söz olarak kabul etmez. Nedense ipe un serdiğimiz gelir aklına.
Yahut “Dersler nasıl, bu sene üniversite sınavlarında başarılı olacak mısın?” diye sorsa bir yakınınız, siz de “İnşallah” deseniz, sınavlara yeterince hazırlanmadığınızı, kendinize güvenmediğinizi düşünür. Kelimesi kelimesine ne diyeceğini söyleyeyim ben size: “Bu işler ‘inşallah’la, ‘maşallah’la olmuyor. İyi çalışmalısın.”
İnşallah cevabı neden tatmin etmez kimseyi, anlamıyorum bir türlü.
Geçen gün, küçük kızım ısrarla oyuncak bebek istiyordu benden. “Baba Optimum’a gidelim, oyuncak alalım.”
Ben de gayet samimi bir şekilde “İnşallah kızım” dedim. Bir ‘yaa…’ koptu, mızıldanmaya başladı. Belli ki, benim ‘İnşallah’ lafım onu da tatmin etmemişti. Ne diyeceğimi bilemedim. Sonra düşündüm kendi kendime; “Nerede hata yapıyoruz, nerede?”
Nasrettin Hoca bir gün, eşiyle konuşurken, demiş ki, “Hanım yarın hava güneşli olursa ormana; oduna giderim, yağışlı olursa da değirmene; una…” Eşi, “İnşallah Bey” demiş. Nasrettin Hoca “Yahu ‘inşallah’ı mı var, hava ya güneşli olacak, ben ormana gideceğim, ya yağışlı olacak, değirmene” demiş…
Sabah olmuş, Nasrettin Hoca, havayı güneşli görünce ormana; oduna gitmeye yollanmış. Ormanda karşısına bir grup atlı çıkmış Hoca’nın. Bir şey sormuşlar, yol bel… Hoca’nın aksiliği üstündeymiş, yahut daha afyonu patlamamış… Terslemiş adamları. Adamlar da tepeden tırnağa silahlı, belli ki, ya valinin ya padişahın muhafızları… Bunu katmışlar önlerine, yer misin yemez misin? Ver Allah ver… Hem dövmüşler bir güzel, hem de ta evine kadar kovalamışlar…
Akşam olmuş, kapı çalınmış, eşi içeriden seslenmiş: Kim o?
Nasrettin Hoca cevap vermiş nefes nefese, “İnşallah karıcığım ben geldim…”
İnşallah kelimesinin tam olarak ne anlama geldiğini kavramak için, illa Nasrettin Hoca gibi bir güzel dayak yememiz mi lazım?
Niçin insanlar inşallah kelimesini bir ‘söz’, bir ‘teminat’ olarak görmüyor? İnşallah dendiğinde, verilen söz ne denli güçlü olursa olsun, yine de bir ucunun açık olduğunu düşünüyoruz. Her şeyin Allah’ın dilemesi ile olacağını bildiğimiz halde, “Allah dilerse…” demek niye yeterince tatmin edici gelmiyor?
Kanımca bunun nedeni davranışlarımızdır. İnşallah diyerek, çoğu zaman salladığımız doğrudur. Gönülsüzlüğümüzü ortaya koyduğumuz besbellidir. En azından daha kararımızı vermediğimiz anlaşılmaktadır. Hâşa “Allah dilerse olur veya olmaz… Ben dilersem kesin olmuş bil. Ama ben daha dilemedim” denmektedir. Bizim dilememiz, O’nun dilemesinden daha mı önemlidir, yapmayın Allah aşkına!
İnsanlar Allah’ın dilemesini yeterli görmüyor, yine de “söz ver!” diyor. Yani sen dile! Böyle bir şey olabilir mi? Bu ne hadsizliktir! Bu ne aymazlıktır! Bu nasıl Müslümanlıktır?
Anneler babalar, ‘inşalllah’ sözünü, sırf savsaklamak için kullanarak, çocuklarının körpe dimağlarını nasıl da kirlettiklerinin farkında değiller mi? Yalancılığımızın, gönülsüzlüğümüzün, sarsaklığımızın kılıfı olmamalıdır inşallah. Verilmeyen sözlerin, kifayetsiz teminatı değildir. Söz vermediği halde, söz vermiş gibi yapılamaz. Bu bir sahtekârlıktır, ikiyüzlülüktür.
Söz teminattır oysa. Biz, sözü senet olan ecdadın torunları değil miyiz? Söz senetse, inşallah da, bu senedin geçerli olmasının göstergesi olan mühürdür. Mühürsüz senet geçer mi? İçinde inşallah olmayan söz, eksiktir. Ve çiğlik alametidir.
Allah dilemedikçe, insan kılını kıpırdatamaz; velev ki, kudretli, haşmetli cihan sultanı olsun. Gelmek, gitmek, yapıp etmek, kendi elimizde sanıyoruz. Yanılıyoruz. Nasrettin Hoca gibi, “Ya hava açık olur, ormana giderim, ya yağışlı olur, değirmene” diye düşünüyoruz, üçüncü ve farklı bir duruma ihtimal bile vermiyoruz.
Oyuncak almak ya da almamak, anne-babanın keyfine kalmıştır gibi bir hava basıyoruz. Ki çocuklar sözümüzü dinlesin! Hâşa, Allah’ın dilemesi önemli değil, benim dilemem önemli demek istiyoruz, hâşa!
Sözün senet olduğu günlere dönmeliyiz yeniden. Söz ağızdan bir kez çıkmalıdır. Verilen söz tutulmadığında, insanların aklına ilk olarak sahtekârlığımız, yalancılığımız değil, mutlaka önemli bir işimizin çıktığı gelmelidir. Hayır, mutlaka başına bir iş gelmiştir; yoksa iki eli kanda bile olsa gelirdi, denmelidir.
Birisi söz verdiği halde inşallah demediğinde, şüphelenmelidir insanlar. Bu durum ya unutkanlığın işareti sayılmalıdır, ya çiğliğin… ‘İnşallah’la başlamayan söz, imzasız, mühürsüz senet gibi geçersiz sayılmalıdır. “Hadi oradan yalancı, sen çocuk mu kandırıyorsun? Hani bu senedin mührü?”
Çocuklarımız bilmelidirler ki, babaları inşallah derse, o iş olmuştur. Babası asla inşallah diyerek yalan söylemez. Annesinin inşallah dediği halde sallaması görülmüş şey değildir. Onlar bilmelidirler ki, inşallah denmeden verilen sözde bir bit yeniği vardır.
İnşallah denilerek yalan söylenmez. Çünkü Allah ne yalanlarımıza şahit tutulabilir, ne de ortak edilebilir.
Çocuklarımız bile bir şey isterken, ‘İnşallah’ demeyi öğrenmelidir.
“Babacığım inşallah oyuncak alır mısın?”
“Hay hay, çocuğum neden olmasın, inşallah alırım.”
Ya da “Oğlum şimdi paramız yok. Alamayız. Daha sonra inşallah” denmelidir.
Not: Ben yazıyla boğuşuyorum, hanım ve çocuklarsa ensemde boza pişiriyor.
“Hani pazara gidecektin, iş çıkardın şimdi?”
Çocuklar bir an önce gezmelere götürmemi bekliyor. “Cumartesi olsun, gideriz demiştin ama…” diyor küçük kızım, sesi kırgın. Bir büyüğü ise bisikletini tamir ettireceğime dair verdiğim sözü hatırlatıyor. Belli ki o da babasının savsakladığını düşünüyor.
Ben sağdan, soldan kimden ne gelirse, ‘inşallah’ diyorum durmadan. İnşallah da olmasa, nasıl savuştururduk, bunca saldırıyı.
Hanımın ve çocukların bütün isteklerini “İnşallah yazı bitsin de…” diye karşılamakla iyi mi ettim, bilmiyorum. Zira şimdiden o kadar çok yapacak işim oldu ki!
Neyse bu bahsi burada kapatmalıyım; işlerime bakmalıyım artık; inşallah pazara gideceğim, inşallah çocukları gezmeye götüreceğim. Bisikleti tamir ettireceğim.
İnşallah vakit bulursam, biraz da dinleneceğim…
Dinlenirken de kalbimin sesini dinleyeceğim. Öyle ya hanımın sesine kulak ver, çocuklara kulak ver, kalbinin sesini dinleme, olur mu?
O mütemadiyen ‘sev’ diyor. Maşallah kalbim, sana da maşallah, iki lafın arasında sıkıştırdın yine, dedin diyeceğini.
Ben, ne mi diyorum? İnşallah kalbim, inşallah seveceğim.