Düşmanlarına tapıyorlar
Hakiki külhanbeylerinden yoksun bir mahallede, bu boşluğu doldurmak için çapsız ve tabansız kişiler türer. Bunlar esasında ne bileği kuvvetli ne de yüreği korkusuz tiplerdir. Bütün maharetleri iyi laf çevirmeleri ve görüntüyü kurtaracak maymunlukları çok iyi becermeleridir. Geniş arazide iyi attıklarından olsa gerek, etraflarına topladıkları küçük bir hayran kitlesi sonucu kurdukları tekkelerinde varlık gösterdikçe “mahallede şekil yapmak” sadece onların tekelindedir. Şayet bu tekeli kırmaya kalkacak birileri olursa, onları türlü entrikalar ve zorbalıklarla ve ancak linç yöntemleriyle ekarte etmeyi başarırlar.
Bu tarifini yapmaya çalıştığımız tipolojinin siyasi alanda karşılıkları da bir hayli çoktur. Bunların hem sağ hem sol modelleri mevcuttur.
Bunların sağda yer alanlarının çok önemli ağa babalarının bizatihi itirafıdır ki “Karşımıza istemediğimiz kadar solcu çıksa bile korku duymadan kavgaya giriyoruz. Ancak polisi karşımızda görünce bacaklarımız çözülüyor” dedikleri vakidir. Bahse konu tipolojinin sol versiyonlarında ise bu durum tam tersidir: Siyasi kavgaların sık yaşandığı üniversitelerde bin kişilik çevik kuvvet ekiplerine 30 kişiyle dalan solcuların, 30 ülkücüye karşı 500 kişi topladıkları halde uzaktan taş atmakla yetindikleri inkârı kabil olmayan bir gerçektir.
Çocuk ve gençlik kavgalarının veya siyasi temelli vuruşmaların psikanalitiğini yapmak apayrı bir disiplini gerektiriyor. Bizim konumuz doğrudan bu değil. Ancak Türkiye’nin önce İsrail ile yaşadığı kanlı olay, ardından BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yaptırım kararına “hayır oyu” vermesi sonrasında ortaya çıkan ilginç tablo yönünden siyasi kampların bir içtenlik sınavıyla karşı karşıya oldukları muhakkak.
***
Yıllardır tavuğuna salgın geldiğinde, ya da kışın grip olduğunda bile ABD ve İsrail’i sorumlu tutan, köklü ideolojik geleneklere mensup olduklarını haykırıp duran kimi siyasi gruplar, şimdi savaş döngüsüne girmemiz üzerine ardı ardına itidal çağrıları yapıyor, haysiyet müdafaasını maceracılıkla suçluyorlar.
Mesela bunlar içinde, adından önce Kemalist olduğunu söyleyenler de var ki, onlar öncüllerini bile su-i misal olarak öne sürüp, “İttihat Terakkiciler de bizi böyle felaketlere sürüklemişlerdi” diyebiliyorlar. Böylece İttihat Terakki’ye yıllardır en sert muhalefeti yapan kimi çevrelerle aralarında kapanmaz gibi gözüken ihtilaf mesafesi bir anda sıfıra iniyor.
Her taşın altında İsrail ve ABD’yi arayarak, onu “tanrılaştırmak” ile gerçekten ve samimi olarak emperyalizme karşı çıkmak arasında çok ince bir fark vardır. Birincisinde, sevilmeyen bir düşmanın gücünü abartarak zihinlerde bir korku tapınağı inşa edersiniz. Böylece ona karşı çıkıyormuş gibi yaparken, aslında olağanüstüleştirilmiş, karşı konulamaz bir güç vehmi üretilmiş olunur. 13. yüzyıldaki Moğol istilası sırasında da aynı duygu toplumlara hâkimdi. Bu yüzden Sultan Baybars, Moğolları efsanelerdeki ejderhalara benzeten ve halk içinde dolaşıp bu korkunç hikâyeleri yayan “anlatıcıları” idam ettirerek işe başlamıştı.
Bu bütünüyle patolojik olan durum, 20. Yüzyılın başlarında Ortadoğu ve Afrika’da İngiltere için söz konusuydu. Arap Yarımadası’na İngilizlere karşı bir askeri zafer haberi gelse, “İngilizler büyük bir katliam yapmaya zemin hazırlamak için bu zafere göz yummuştur” yorumları yapılırdı.
Düşmanı tanrılaştıran bu tıynet, Polatlı, Sakarya ve Dumlupınar’dan kalkıp 9 Eylül 1922’de İzmir’de postallarını yıkayan Türk subaylarının orduyu Çanakkale istikametine çevirip oradaki muharip İngiliz kuvvetlerinin üzerine yürütmüş olmalarına karşın, İstiklal Harbi’nin bile arkasında İngiliz desteği arama budalalığında bulunabilmiştir. Kendilerini o kadar aciz ve karşılarındakini ise o kadar güçlü görenler, düşmanları aleyhine bir zafer elde edilmiş olsa bile bunun kendi elleriyle ve iradi bir güçle olabileceğine asla ihtimal vermezler. Çünkü onlar için düşman, alt etmeyi düşündükleri bir kuvvetten çok, sunaklarında kardeşlerini kurban vermediklerinde yakıcı ateşini tadacaklarını vehmettikleri bir yanardağdır.
Bilinçli bir ihanetten çok daha farklı olan; içinde aptallık, korkaklık, sinmişlik barından bu duygunun deşifre edilmesi ve lanetlenmesi savaşmanın kendisinden daha cesurcadır. Çünkü yenilgi önce içeriden başlar. Bu yüzden önce oranın arınması, kalbin zafere inanması gerekir.
Kütük gibi kara cahil olunduğu halde köylü kurnazlığının pırıltılı bir zekâ zannedilmesinden mütevellit bir pişkinlik, miskince eziklik, doğrudan ailesine yöneltilmiş bir hakareti bile “namusa ve harim-i ismete sövmenin karşılığı fevri davranış olursa haklıyken haksız duruma düşeriz” diyebilen izzet-i nefisten yoksun madrabazlık artık fikir namusunu ve eril haysiyet beyanlarını her şeyin üstünde tutanlar tarafından sadece tiksintiyle karşılanıyor. Pişkinlik, eziklik ve madrabazlığı ilmi siyaset diye yutturmaya çalışanlardan, bundan sonra ne bağımsızlık, ne bayrak, ne de vatan müdafaası yolunda dersler dinleyecek değiliz. Vatan, Akdeniz’de can veren “Dokuzların” açtığı yola düşenlerindir, laf çevirenlerin değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.