Modern dinî şekilcilik
Dindarların aktif siyasi hayata katılımı, hep yasaklarla karşı karşıya kaldı. Her yasak yeni açılımları, yeni siyasi projeleri zorladı. Başka coğrafyalarda bu tür keskin dönüşümler, bizdeki gibi sık aralıklarla yaşanmaz.. Bizde ise malum olduğu üzere olağanlaşmıştır.
Gücünü halktan alan, ufkunu bu coğrafyanın medeniyet tecrübesine dikmiş ve onu yeniden üretme sevdasındaki kadrolar, her dafasında yürüyüşlerinin önüne konan kapatma engellerine teslim olamazdı elbet. Teslim olmak demek, bu coğrafyanın “en hakiki kimliği”nin yitirilmesi demek olacaktı.
Bunun farkında olan kanaat önderleri, bu engelleri aşabilmek için, zaman zaman, ‘olmazsa olmazlar’ından tavizler vermek durumunda kaldılar, bu zoraki kabullenişin adını da; “reel politik” koydular.
“Reel politik” tılsımlı bir kavramdı. Dindar insan algısında meşrulaştırılması dince sakıncalı hususlar, yasakların cenderesinde çözüm arayışı için kıvranan algı dünyasında meşrulaşabildi. Yapılan, adı konmamış geçici bir fıkıh üretme faaliyeti idi önceleri. Geçiciydi; çünkü, koşullar değişir değişmez özgün ve asıl olan, geçici olarak üretilen fıkhın yerine tekrar ikâme edilecekti. Geçicilik, o durumu oluşturan şartlar değişince, bir diğer ifade ile durum normale dönünce ömrünü tamamlayacaktı.
Ama kimsenin aklına, “Ya geçici dediğimiz durum kısa sürede ortadan kalkmazsa?”, “Ya bu yeni açılıma alışır, sonra da öyle inanmaya başlarsak?” tehlikesine işaret eden sorular pek gelmedi.
Bugünü kurtaralım, temel hak ve hürriyetlerimizi maksimum düzeyde elde tutalım, ülkeyi germek isteyenlere fırsat vermeyelim, halkımızın saflarını bölmeyelim, bölenlere de izin vermeyelim endişeleri, bu meyanda belirleyici oldu.
Her yasak dayatmasıyla alınan yeni pozisyonların gerekçeleri elbette anlaşılabilirdi, lakin, gerekçe anlaşılır olsa da, bu, her yeni açılımın meşruluğu anlamına gelmezdi tabiî. Bizim dikkat çekmeye çalıştığımız husus, bu yasaklar zemininde kullandığımız dinî kavramlar ve sahip olduğumuz siyasi duruşlar önemli ölçüde kutsaldan ve ona içkin hikmetten arındırıldı sessiz sedasız...
İşte bunlardan birisi de “modern şekilcilik” diye isimlendirdiğim, dinî ahkâmdan, onların varlığının önemli sebebi olan hikmet ve illetleri soyutlama ve nassları sadece zâhirî anlamlarıyla sınırlandırma ufuksuzluğudur.
İlginçtir, bunu yapanlar; “hadler”, “kadın ve erkek arasında miras dağılımı”, “kadının şâhitliği”, “çok eşlilik”, gibi meselelerde İslâm’ın gâyeci (finalist) özelliğine vurgu yapanlardır. İşi, Kur’an’ın tarihselliğine vardırıp, bu hükümleri nâzil olduğu toplumla sınırlandırarak içini boşaltırken, İcma-ı ümmete aykırı olmasına rağmen bu yaklaşımlarının meşruiyetinden de gâyet emin olanlardır.
Ama, özünde hikmet ve illete mebnî hükümlere gelince ise, reel politik duruşlarına aykırı olduğu için şekilciliğe kaçarlar, bunun farkında bile olmazlar. Şekilciliğe karşı çıkarken şekilcilik tuzağına düşme çelişkisi yani. Bu bağlamda iki örnekle konuyu vuzûha kavuşturalım istiyorum.
İlki, “Başörtüsünü Allah'ın emri olduğu için takıyoruz, bunun iffetli ve ahlâklı olmakla bir alakası yok” diyenlerin, bu iddialarının anlamını ne kadar idrak ettikleri meselesi.
“Başörtüsünü Allah emrettiği için takıyorum” diyenler, sanki başörtüsü takma emrinin arkasında ikâme edilmek istenen bir hikmet, ortadan kaldırılmak istenen bir mefsedet ve kadını korumak isteyen bir hedef yokmuş gibi davranıyorlar. Başörtüsü emrinin mebnî olduğu hikmetleri yok saydığınızda, asıl o zaman onu bir metre kumaş parçasına indirgemiş olursunuz, bunu görmek zor mu?
Başörtüsünü ‘inanç hürriyeti’ zemininde savunmayı değil; modernitenin sağladığını düşündükleri insan hakları, kadın hakları, bireysel özgürlük zemininde savunmak ve böylece karşı tarafın naiv iddialarını elinden almak adına alınan bu pozisyon, kısa vadede belki size konuşma hakkı imkânı sunar, ama, uzun vadede din dilinin ve din algısının sekülerleşmesini de sağlar...
İkincisi ise, geçenlerde “Kadınlar Günü” münasebetiyle gazetelerde yayımlanan tam sayfa bir reklam ilanı ile ilgili. Bu reklamda, “Kadınlar ne ister?” sorusuna verilen cevap mahiyetindeki bazı görüşler “cinsel özgürlük”le ilişki kurularak toplumun sabit değerlerine karşı bir kampanyaya dönüştürülmüştü.
Deniyordu ki; “Bekaret, namus simgesi olarak görülmesin!” Ne adına? Tabuları yıkmak adına.
İşin acıklı tarafı ise, bazı muhafazakâr basın organlarının da bu reklamı yayımlaması idi. İslâm’da hükmü açık olan “zina” yasağının bir anlamda varlık hikmetini görmezden gelen bir garabet bu. Hem zina hükmünü ciddiye almamak, hem de bu yasağın arkasında bir gâye yokmuş gibi davranmak şekilciliği..
Dindarları aktif hayatta görmek istemeyenlerin ürettikleri yasaklar, dindar câmiayı, kendisini korumak refleksleriyle, kontrolsüz bir fıkıhın (!) üretimine sevk etti. Bunun da bizi getirip bıraktığı yer; hem din dilinin, hem de din algısının sekülerleşmesidir. Bunu sakın ıskalamayın!!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.