Ne olacak bu dış politikanın hali?
Kabul edelim ki Türkiye, uluslararası merkezlerde adından giderek daha fazla söz edilen bir ülke. Öte yandan ülke içinde de gündemin merkezine dış politika oturmuş durumda. Kimileri kaygıyla, kimileri öfkeyle, kimi de büyük beklentilerle bu süreci takip ediyor. Can yakıcı biçimde yükselen terörü konuşurken bile, bölgesel aktörleri ve uluslararası politikayı işin içine katıyoruz. Haksız da değiliz üstelik.
Terör, Ankara’nın dünya sahnesine çıkışıyla eş zamanlı olarak yeniden tırmanıyor. Bunun arkasında yabancı tahrik aramak, komplo teorilerinin ötesinde anlam taşıyor. Bir noktaya dikkat etmek kaydıyla. Terörün yabancı eller tarafından bize karşı kullanılması, çözümün kendi içimizde olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Dün ifade ettiğimizi başka bir şekilde tekrarlayalım. Kürt sorununu yönetemeyen Türkiye’nin stratejik önemini koruması mümkün değil. Üstelik terör yeniden hortladı diye çözümü demokratik araçların dışında aramak vahim bir hata olabilir. Hem demokrasi çıtasını yükseltmek, hem de terörle başa çıkmak zorundasınız.
***
Tüm bunları takip ederken bir soru daha fazla anlam kazanıyor.
Türkiye’nin dış politikası nereye gidiyor? Meseleye soğukkanlı bakanlar, ciddi bir değerlendirme yapabilmek için biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu belirtiyor.
Yine de bu tartışmalar devam ederken cevabı merak edilen bir başka soru daha var.
Acaba Türkiye’nin dış politikasında peş peşe ortaya çıkan hamleler, dünya sistemiyle uyumlu bir sürecin parçası mı? Yoksa ciddi bir kırılma ya da savrulma mı yaşanıyor?
***
Önemli bir coğrafyada yaşıyoruz. Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu’nun ortasında bulunmak durumu yeterince ifade ediyor.
Bu size aynı zamanda eşsiz bir je
ostratejik konum kazandırıyor.
Tüm çatışmalara ve sistem içi arızalara rağmen, iç dengeleriniz jeostratejik öneminizi besleyecek kadar güçlü. Eğer ordu ve yargı üzerinden devam eden çatışma, sistemdeki sorunların giderilmesini sağlayacak bir dengeye kavuşursa, bu ilişki daha sağlıklı hale gelebilir.
Geriye uluslararası şartların bu süreci destekleyip desteklemediği kalıyor.
Eğer dünyaya sadece ABD’de sesi hala çok çıkan neoconlar üzerinden bakıyorsak, manzara lehimizde görünmüyor. Üstelik şu sıralarda başta Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere Türkiye üzerinde müthiş bir kara propaganda başlatmış bulunuyorlar.
***
Peki manzara gerçekten böyle mi?
Önceki günkü Financial Times’ta Stephen Walt’ın şu sözlerine dikkat: ‘Yeni muhafazakarlar, ABD ve İsrail’in çıkarlarını genelde birebir aynıymış gibi resmediyor. Bana göre ‘özel ilişki’ iki ülkeye de zarar vermeye başladı. Bu ilişki bölge çapında Amerikan karşıtlığını ateşleyerek ve bizi milyarlarca insanın gözünde iki yüzlü duruma düşürerek ABD’ye zarar veriyor.’
Walt yazısında ayrıca, ‘Yeni muhafazakarların Türkiye’nin dostundan düşmanına dönüşmesinin tek sebebi İsrail’ tespitini yapıyor.
Hatırlayalım. Eski Başkan Bush’un, özellikle ikinci döneminde Soğuk Savaş’ı yeniden üreten yaklaşımları, Türkiye’deki Soğuk Savaş artıklarını pek bir heveslendirmişti. Şimdi yeniden iştahlanmış görünüyorlar.
Lakin göremedikleri bir gerçek var. Gelinen aşamada roller çok değişti. Üstelik bu defa sahnede Obama’nın dünyaya yaşattığı hayal kırıklığının yerine barışı arayan bir Türkiye var.
Ne tümüyle sistemin kuyruğuna takılmış bir Türkiye. Ne de sadece kendi iç dinamiklerinin ‘ayartması’yla macera arayan bir çılgın ülke.
Ankara, yapması gerekeni yapıyor; zaman zaman yol kazaları yaşıyor, darbe alıyor. Ama yoluna devam ediyor. Hepsi bu.