Ahmet Altan ve Altan Tan ve Nuray Mert ve terör ve soytarılık
Bravo! Yine başardınız.
Günlerdir Türkiye’nin ABD ve İsrail’e karşı bir konumlanış içinde olmaması gerektiğini gazete sütunlarından ve televizyon ekranlarından yırtınırcasına savunan Ergenekoncuların, Ergenekon karşıtı liberallerin, Arap, İslam ve Doğu memleketleri alerjisi olanların müşterek gayretleri başarılı olamayınca PKK devreye girdi. Kalleşçe vurdu ve bahsi edilen koalisyonun arzu ettiği o gündemi ülkenin bağrına çaktı:
Terör, Kürt sorunu, demokratikleşme; o bildik çıkmaz sokak.
Altan Tan, Türkiye ile İsrail arasındaki krizi değerlendirirken, “Filistinli çocuklar ile Kürt çocuklar” özdeşliği kurarak, Türkiye’yi de dolaylı biçimde “işgalci kuvvet” yönünden İsrail ile müsavi kıldı.
Tan, “İçeride Heybeliada Ruhban Okulu hâlâ açılmadı, Ermenilerin mağduriyeti sürüyor, Kıbrıs sorunu çözülmedi, Kürt sorunu malûm… Kendi evinin içindeki sorunları çözmeden İsrail’e yönelik bu sağcı-milliyetçi söylemi yanlış buluyorum” dedi.
Nasıl oluyorsa Kürt sorunu merkezli bir siyaset solcu ve ilerici kabul edilirken, İsrail ve ABD karşıtı bir siyaset ise “sağcı ve milliyetçi” bulunuyor.
Ne zamandan beridir dünyada bağımsızlıkçı, anti-emperyalist bir siyaset iddiası, sağcılık ve milliyetçilik olarak algılanmaya başlandı?!
Bu adamın söylediklerine bizden önce, kendisini ait hissettiğini iddia ettiği kampdaşlarının cevap vermesi gerekirdi ancak ne yazık ki bundan böyle at ve it izini de aşarak her türlü çakal, sırtlan, domuz izleri bir türlü dağlarına bahar gelmeyen memleketimizden eksik olmadığı için herkes adına cevapları vermek de bize düşüyor.
Bu ve benzeri görüşler, hem sağ hem sol liberallerden, hem etnikçi çevrelerden, hem ulusalcılık iddiasındaki Ergenekon örgütlenmelerine yakın duranlardan sürekli geliyor. İsrail karşıtlığı ve BM Güvenlik Konseyi’nde Türkiye’nin İran’a yönelik yaptırımlara “hayır” demesi üzerine koskoca bir koalisyon İsrail’in ve ABD’nin yanında saf bağladı.
İtidal çağrısı yapanlar, teenni saplantısı kabaranlar, Arap düşmanlığını medeni olmanın şartı gibi görenler bir noktada birleşti.
Bu görüntünün en ilgi çekeni ise, doğrudan doğruya Ergenekon davasında adı geçen simalar ile şu sıralar bütün siyasi varlık nedenini Ergenekon karşıtı bir söyleme oturtanların Batı dünyası lehine tam bir fikir birliği içine girmeleri oldu. Meğer bunların hepsinin ortak fobisi, Türkiye’nin Batı’dan ber’i olmasıymış.
Öyle ki ülkenin Ergenekon gündeminden başka bir gündeminin olmaması gerektiğini savunan liberaller, açıktan açığa İHH hakkında “Türkiye’nin gündemini Ergenekon davasından Filistin meselesine çekti. Dindar çevrelerin enerjisini ve ilgisini Ergenekon’dan İsrail’e çevirmek, darbe planlarına karşı duyarlığı sabote etmek demektir” bile diyebildiler.
***
Türkiye’de İsrail ve ABD aleyhtarlığının artmasından rahatsız olanların başında gelen Ahmet Altan, 16 Haziran günkü yazısında “Birlikte yaşamak istemeyen insanların ‘ayrılması’ doğaldır… Çeklerle Slovaklar ayrıldılar mesela… İnsanlar mutlu olmayacaklarsa, büyük topraklar ne işe yarar?.. Ben ayrılmaktan korkmam doğrusu. Ben mutsuzluktan korkarım” dedi.
Ahmet Altan, bu yazıya rağmen gündemin değişmediğini görünce, bir gün sonra yine saldırıya geçerek, “Dışarıda Filistinliler ve İranlılar için Amerika ve İsrail ile kapışmayı göze alan Erdoğan, içerde Kürtlerin hakkını koruyacak ‘açılımı’ ileri götürebilmek için AKP adına riski üstlenemiyor. Filistinliler ve İranlılar için dövüşen, dünyanın en büyük güçlerini karşısına alan bir siyasi lider, neden Kürtlerin hakları için dövüşemiyor?” dedi. Ardı ardına kaleme alınan bu iki yazıya dikkat buyurulsun.
Peki Altan’a göre AK Parti “Kürtlerin hakkını gözetmek için” kimle savaşacak? AK Parti’nin Kürtler için karşısına alıp savaşacağı kişiler, tıpkı Filistinliler için karşısına aldığı İsrail ve ABD mesabesinde mi kabul edilecek?
“Yazdığı sasılıklara, hayatla teması aptal moda dergisi takibiyle sınırlı olan cahil kadınların dışında kimsenin ilgi göstermediği üçüncü sınıf bir romancının tarih, siyaset ve aktüel dış politika okuması ancak bu kadar olur” deyip işin içinden sıyrılamayacak kadar ciddi bir propaganda ile karşı karşıyayız.
Yine bu kervan içinde mümtaz bir yere sahip olan Nuray Mert, “Türkiye’de ABD ve İsrail karşıtlığının gelişmesinin tıpkı Ortadoğu ülkelerindekine benzer otoriter ve totaliter rejimleri ülkede ikame edeceği” tespitinde bulunup duruyor. Böyle bir öngörü, açıkça mandacılıktır. Ona göre bir ülkede demokrasinin devam etmesi için Batı’ya yönelik siyasi bağımlılık esastır.
Nuray Mert’in bu iddiasını destekleyen sayısız Hollywood filmi de vardır: “Küçücük sevimli kızları da olan masum Batılı turistleri rehin almış bir üçüncü dünyalı diktatör general, aynı zamanda kendi halkına da zulmetmektedir. Amerikalı kahraman rambolar hem Batılı turistleri kurtarır, hem de zavallı kara derili halkı özgürlüğüne kavuşturur…”
Ali Bulaç’ın “ilk ve son kadın filozofumuz” ilan ettiği “yarım asırlık” Nuray Mert, felsefesini işbu propaganda filmlerinden çatıyor.
Hakikaten ülke zor durumda efendiler. Çünkü malzemenin hepsi bu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.