Ne yaptın sen Bekir Coşkun? Bu ne 'pislik' (?)
İnsanın yeni bir haftaya yeni ve güzel şeylerle başlaması imkansız hale geldi neredeyse. Buna değişimin ve gelişimin sancıları mı denir, başka türlü sıkıntılar mı var, elbette zaman gösterecek.
Ancak bir sabah ekmek almak için uğradığınız markette “gazetelere bir bakayım, neler olmuş" dediğinizde sizi nasıl bir hezimetin beklediğinden mutlaka habersizsinizdir. Zira gazete diye tercih ettiğiniz kağıt parçalarının aslında inanılmaz derecede ustaca hazırlanmış tuzaklar olduğunu görmeniz birkaç saatinizi almayacaktır...
Gerçi bazı piknik gazetelerinin kalitesini görmek için alıp okumanıza bile gerek yoktur, satılmak için konuldukları yerde öyle bir sırıtırlar ki, sadece aptalları kandırabildiklerinden şüpheniz yoktur.
(gerçekten piknikte kullanmak için alanları tenzih ederim)
Bir de böyle çok sayfalı, bir sürü ekli, şatafatlı ve de renkli olan gazeteler var. Gözlerinizi kamaştırır, "bu da neyin nesi?" dedirtir. "Bu kadar şatafatlı olduğuna göre adamlar büyük emeklerle hazırlamıştır bunu. Böyle bir gazetenin büyük bir habercilik ciddiyeti vardır, alıp okunması gerekir. Bu kadar sayfada kim bilir neler var. Her şey düşünülmüş, 5 yıldızlı otel konforunda." Reklamın birinde geçen, “boyası ele geçmediği için okuyorum” basitliğini görene kadar her şey çok büyülü.
Alıyorsunuz, sıcacık ekmeklerle birlikte heyecanla eve geliyorsunuz, Pazar kahvaltısının hemen ardından koltuğunuza kurulup gazeteye bakmaya başlıyorsunuz...
Ama aslında siz gazeteye bakmıyorsunuz, öyle bir şaşkınlık içine giriyorsunuz ki, elinizdeki rengarenk kağıt parçası size bakıyor. Şaşkınlığınız sayfa aralarında gözlerinizin büyümesiyle sürüyor, her sayfada yeni bir sürpriz, yeni bir kabus, yeni bir hayal kırıklığı, yeni bir skandal, yeni bir rezalet, yeni bir tuzak, yeni bir iğrençlik ve bir sürü yeni negatiflik.
Ben de ilk defa tam böyle yaptım...
Hani o bildiğimiz “satılmış, Alman, İsrail, ABD uşağı, pornocu, yalancı, hırsız, vergi kaçakçısı, sahtekar” malum basının dışında bir gazete okuma fikriyle markete gidip hakikaten de ansiklopedilere taş çıkartacak kalınlıkta bir Pazar gazetesi aldım...
Adını söylemeye gerek yoktur sanırım. Çok fazla söz etmeye de gerek yok. Sadece bir daha asla yapmayacağım bir şeyi ve gördüğüm inanılmaz rezaleti kısa cümlelerle aktarayım.
Birkaç “RAKI”, birkaç “VOTKA” reklamının arasına sıkıştırılmış, saçma sapan bir sürü sayfa. Ek diye sunulan sayfalarda da “RAKI” aşkının zirve yaptığını görmek fazla zamanınızı almıyor. Onca ek, onca sayfada sizi tatmin edecek tek bir satır bulmak mucize neredeyse. Tarih eki adı altında sunulan sayfalarda bile “ALKOL” ve türlü “ahlaksızlık”ların reklanını görmeniz mümkün.
Veee, asıl bomba; BEKİR COŞKUN
Yazı başlığı “Nerdesiniz?”
Şehit cenazeleri ciğerini yakmış olmalı bizim Bekir’in. Ayık kafayla mı yazdı bu satırları bilemem...
“Filistin” kelimesinin Müslümanlar için nasıl bir anlam taşıdığını bilmediği, Mescid-i Aksa’nın Müslümanların ilk kıblesi olduğunu bilmediği, ya da bilmezden geldiği kesin. Kudüs’ün nasıl bir tarihi geçmişe sahip olduğu konusunda kaç kitap okuduğu konusunda da bilgi sahibi değilim, ama satırlar “tarih cahilliğini” haykırıyor.
İşte böyle yazıyor Bekir;
“FİLİSTİN için yırtındınız da...
Şimdi niçin ortalıkta yoksunuz?
Niçin sesiniz çıkmıyor?
Niçin televizyonları çağırıp iki parmağınızı birden sallamıyorsunuz? Niçin dünyayı ayağa kaldırmıyorsunuz?
Nerdesiniz?”
Ben Bekir’i anlarım da Bekir beni anlar mı bilmiyorum. Bu satırları sıradan birinin de yazabileceğini düşünerek, “adamın duygusal anına denk gelmiş, biraz da canı yanmıştır, az biraz da gaza gelmiştir” tesellisine sığınacaktım ki, “Yaban güvercinlerini vurdular yine” diye bir cümlenin devamında ortaya konan asıl niyet “dur bakalım, bu Bekir öyle duygusallığından bu satırları yazmaz, bakalım nasıl bir kin kusma olayı bu” dedirtti.
“Mavi Marmara gemisi” adamda İsrail’den daha büyük bir acı bırakmış olacak ki, içindeki kini ve nefreti “Tabii ki onlara da yanmıştı yüreği, vicdanı olan herkes gibi... Ama yaban güvercinleri; bir pis siyasi planın, gemiye doldurulmuş kurbanları olarak ölmediler. Ya da Filistin toprakları için.”
Burası nokta konulacak yer aslında. Çok şey yazmaya gerek yok. Niyet belli, hedef belli, plan belli. Yiğit Bulut’un satırları olmasa bu gazetenin İsrail yayın organı olduğu konusunda en küçük bir şüphe kalmayacaktı aklımda.
Bekir sen ne yaptın böyle? Bu nasıl bir “pislik”tir?
“İyi ama niçin o yeşil bayraklı kalabalıklar Kızılay’a-Taksim’e çıkıp bağırmıyorlar?” diye sorarken içinde nasıl bir nefret vardı?
“Niçin belediye otobüsleri, şehirlerin meydanlarına sembolik 'cihat’ için bedava insan taşımıyorlar?” diye sorarken hangi dünyevi makamın hayalini kuruyordun, sana neyi vaat ettiler de, Allah’ın dünyasından Şeytan’ın kollarına atıldın böyle?
Bu kıyaslama, gerçekten bir acının yansıması mı yoksa bir nefretin, kinin, açık bir düşmanlığın mı?
Hadi Bekir, sıkıyorsa bir gün “Filistin ne?”, “İsrail kim?”, “PKK kime çalışıyor?”, “Sen kimsin, hangi dine mensupsun?”, “Senin için İsrail, Türkiye, Filistin, PKK ne anlama geliyor?” yaz da görelim”
Sakın ola siz benim yaptığımı yapmayın, yapacak olursanız da bir defayı geçmesin...
Öyle gazete diye her sayfasında milletin mukaddesatına, "milli hassasiyet" maskesiyle küfreden paçavraları sakın ola almayın...
İyi haftalar efendim...