Ahmet Varol

Ahmet Varol

Şiddet, açılımın alternatifi olamaz

Şiddet, açılımın alternatifi olamaz

Siyonist katillerin Mavi Marmara katliamından sonra Türkiye’de devletin ve bütün kesimleriyle halkın işgalci siyonistlere karşı tavır alması, aynı duruşu sergilemesi üzerine işgal yönetimi, kendi medyasına el altından sızdırdığı birtakım açıklamalarda bu tavra karşı PKK’ya destek vereceği tehdidinde bulunmuştu. Bu tür açıklamaların resmi ağızdan yapılması beklenemez. Bu bir psikolojik savaştır. Psikolojik savaşta kullanılan bazı malzelemer medya vasıtasıyla kamuoyuna lanse edilir. Özellikle savaşı yürüten mekanizmanın hizmetindeki medya organları vasıtasıyla kamuoyuna yansıtılması durumunda zihinlerde bazı soru işaretleri doğurması tabiidir.
Siyonist katillerin, Mavi Marmara katliamına karşı Türkiye’nin halkıyla ve resmî kurumlarıyla gösterdiği tepkiden ve takındığı tavırdan intikam alma amacıyla birilerine yapacağı yardım çok kirli bir yardımdır. Dolayısıyla böyle bir yardım vaadinin muhatabı olan tarafın en azından Siyonist medyaya yansıyan yardım vaatlerini ve iddiaları yalan çıkaracak bir stratejiyi tercih etmesi gerekirdi. İzlenen stratejinin tam da onun iddialarıyla ve vaatleriyle paralellik arz etmesi, şiddetin tam da onun açıklamalarıyla eşzamanlı bir şekilde yükselişe geçmesi iddiaların dolaylı olarak doğrulanması, vaadedilen desteğin kabul edildiği mesajlarının verilmesi anlamına gelir.
Her ne kadar Genelkurmay İç Güvenlik Hareket Dairesi Başkanı Tümgeneral Fahri Kır, 18 Haziran 2010 tarihli basın bilgilendirme toplantısında konuyla ilgili bir soruya verdiği cevapta İsrail boyutunu reddettiyse de sözünü ettiğimiz paralelellik yani vaadedilen destek ile bu destekten beklenmesi muhtemel sonuç açısından hadiseleri değerlendirdiğimiz zaman zihinlerde böyle bir tereddüt ve soru işaretleri oluşuyor.
Bu tereddüt ve soru işaretleri şimdilik bir sebep – sonuç ilişkisine dayandırılabilecek kurgudan ibaret görülebilir. Ama şiddetin trendinin her geçen gün biraz daha yükseltilmesi, göz korkutan saldırıların, bombalamaların şehir merkezine kadar taşınması bu kurgu ve tereddüdün zihinlerde yaygınlaşmasına sebep oluyor. Özellikle Arap dünyasındaki medya organlarında hadiselerin arka planında böyle bir desteğin olabileceği ihtimalinin daha sık gündeme getirildiğini görüyoruz. Bunun sebebi de tabii ki Siyonist işgalin hizmetindeki medya organlarına yansıyan, ama sahiplerinin isimleri gizli tutulan açıklamalar ve vaatler.
Zihinlerde soru işaretlerinin oluşmasına yol açan önemli bir husus da geçmişteki yanlış politikaların ve uygulamaların sona erdirilmesi, özgürlüklerin genişletilmesi, etnik kimliklerle bağlantılı hakların çerçevesinin genişletilmesi için açılım planının hayata geçirilmesi çabalarının devam ettiği sırada şiddetin tırmandırılması, insanlık dışı saldırılar gerçekleştirilmesi, insanların toplu halde katledilmesi ve toplumda gerginliğin artmasına sebep olunmasıdır. Bu tutum şiddeti tırmandıran ve toplumda gerginliğin artması için çaba sarf eden tarafın bundan bir şeyler devşirmeye çalıştığını gösteriyor.
Oysa mevcut sorunların aşılmasında toplumun bütün kesimlerinin huzur ve güvenini önceleyen siyasi çözümler üretilmesi herkesin yararına olacakken, şiddetin tırmandırılması ve insanların katledilmesinden bütün herkes zararlı çıkacaktır. Yani şiddet ve terör, çözüm üretme politikalarının alternatifi olamaz. Şiddet ve terörden toplumun bütün kesimlerinin zarar görmesi bunu alternatif olarak görenlerin tüm kesimlere zarar verecek, olumsuz sonuçlar doğuracak formülü tercih ettiklerini gösterir. O durumda kendi iddialarını ve dayanaklarını da inkâr etmiş olurlar. Eğer kendilerinin tüm iddialarının, dayanaklarının ve kullandıkları gerekçelerin üzerine çizgi çekecek kadar ileri gitme ihtiyacı duyuyorlarsa birilerinin çıkar ve hesaplarına alet oldukları artık kesinlik kazanıyor. “Kimlerin çıkar ve hesapları?” sorusunu sorduğumuz zaman da üstü kapalı vaatler yoluyla “intikam” çabası ve psikolojik savaş stratejisi içine giren güçler karşımıza çıkıyor.
Bu durum da yukarıda sözünü ettiğimiz tereddütleri ve şüpheleri güçlendiriyor.
Fakat şunu bilmek gerekir ki Türkiye halkı tüm etnik unsurlarıyla siyonist vahşet karşısında ortak tavır almıştır. Bu vahşete karşı tavır halkımızın bütün kesimleri arasında bir ittifak ve güç birliğin oluşmasına da vesile olmuştur. Bu güç birliği siyonist işgalcilerle irtibat ve işbirliği yoluyla kendilerini güçlendirebileceklerini zannedenlerin ciddi bir yanılgı içinde olduklarını, bu işbirliğinin tam aksine kendilerini zayıflatacağını da gösterecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Varol Arşivi