PKK'da "başarının sırrı"
Öncelikle belirtmek gerekir ki son zamanlarda tırmanan terörü PKK'nın başkası adına, taşeronca bir misyonla yükleniyor olduğunu söylemek ne Kürt sorununu ne de PKK'nın geniş bir taban üzerindeki nüfuzunu inkâr etmek anlamına gelir. İkincisi, örgütün istediği zaman istediği yerde eylemler ortaya koyabiliyor olması, sadece örgütün bu toplumsal tabanıyla izah edilemez.
Giderek daha fazla vakada ortaya dökülen ihmal ve hatta işbirliklerinin hikâyelerine bakıldığında örgütün bu eylemleri sadece kendi imkânlarıyla ve kendi marifetiyle başaramıyor olduğu çok açık bir biçimde görülüyor. Dağlıca'dan Aktütün'e, Reşadiye'den İskenderun'a, mayın patlamalarından Şemdinli'ye kadar eylemlerin hemen hepsinde örgüte bir görünmez elin apaçık inayetleri örgütün sarsıcı eylemlerindeki "başarısının sırrı" olarak karşımıza çıkıyor.
Bunu söylemek, bu görünmez ele işaret etmek PKK'nın şu anda Kürt siyaseti üzerindeki tartışılmaz etkisini görmezden gelmeyi gerektirmiyor. Doğrusu bütün boyutlarını etkiliyor olsa da, sorunun bir aşamada mutlaka ayırt edilmesi gerekiyor.
Devam eden silahlı çatışmalar her geçen gün halk üzerinde PKK'nın etkisini daha da artırıyor. Çünkü her operasyonun ardından istatistiki rakamlar verir gibi iştahla telaffuz edilen "PKK ölüleri" bölgenin yaşam alanlarına birer milli kahramanlık hikâyesi ekiyor ve bu hikayelerin toplamından giderek kök salan bir Kürt-milliyetçi duygular besleniyor. Devlet ne kadar şefkatli yaklaşırsa yaklaşsın, hükümet açılım politikalarını ne kadar ileri götürebilirse götürsün, bu politikaların nasıl algılanacağına halk bile kendi çocuğunun dâhil olduğu sıcak kavganın içinden bakıyor. Bu yüzden çatışma ortamı devam ettikçe devletin Kürt halkını kazanma şansı hiç yoktur. Çünkü her çatışma bölgede giderek biriken acı hatıraları hep taze tutmakta ve her türlü açılım politikasını çorak toprağa ekilmiş tohum gibi ziyan ettirmektedir.
Bu açıdan somut saldırıların her birinde PKK'nın yardımına koşan "gizli el" çatışma ortamının sürekli devam ettirilmesinde, açılımın olumlu rüzgarına karşı sorumsuzca yürütülen KCK operasyonlarında, bu operasyonlarda tutuklananlara kelepçe vurulmasında, en sonunda da devletin sözüne güvenerek Habur kapısından girerek teslim olanların tutuklanmasında yetişiyor ve PKK'nın halk nezdindeki haklılığı için güçlü bir psikolojik ortam sağlıyor.
Hiç kimse bütün sorunların tamamını Kürt sorununa indirgemesin. Bunu söyleyince tabii ki Kürt sorununu küçümsediğimiz zannedilmesin, ama Kürt sorununun varlığı ile PKK'nın son zamanlarda artan etkinliği arasında tam bir paralellik yoktur. Aksine PKK'yı ve terörünü ısrarla gündemin ana maddesi haline getirmeye çalışan bir "gizli el" bir "başarı sırrı" olarak dikkat çekiyor.
PKK'nın varolan bir sorunun çok iyi kullanılması, icabında o sorunun PKK'yı daha fazla besleyebilecek şekilde gerekli derinliğe ulaştırılması yoluyla aynı gizli el tarafından sürekli kollandığını anlamak gerekiyor.
1998 yılına kadar Suriye'de ikamet etmekte olan Öcalan'ın bir anda verilen ultimatom ile Suriye'den çıkarılabilmesi o zamana kadar bu ultimatomun neden verilmemiş olduğunu nedense akla yeterince getirmemişti. Oysa o zamana kadar Suriye'de bulunan Öcalan ile bugünün Ergenekon'dan tutuklu üyeleri arasındaki sıkı fıkı ilişkilerin boyutları ve mantıkları hâlâ yeterince açıklanabilmiş değildi. Öcalan'la Bekaa'da can ciğer kuzu dolması görüntüleri ortaya çıkanların aynı zamanda faşist bir ulusalcılığın da örgütleyicileri olduğunu herkes gördü ama bugün bu ilişkiye atıf yapan sesler nasıl oluyorsa cazgır bir üslupla komploculuk olarak boğulmaya çalışılıyor. Ne Kürt halkına ne de bölge insanına hiçbir katkısı ve faydası olmayan son terör eylemlerinin bugünün konjonktüründe fayda sağlayacağı tek aktörün Ergenekon yapılanması olduğuna işaret etmenin neresi anlaşılmıyor?
Artan eylemlerin PKK'nın nasıl bir devasa güce ulaşmış olduğunun göstergesi olarak sunulmasın. Bu gizli el koparılsın, PKK Kürt sorunuyla çözüm iradesinin arasından çekilmiş olur.
İmralı gibi izole bir hapishaneden sadece avukatlarla görüşmeler üzerinden kurulan bir emir-komuta sistemiyle küçük çaplı bir devlet şeklinde örgütlenmiş bir yapının nasıl yönetilebiliyor olduğu sorusu basit ama son derece aydınlatıcı bir sorudur. Yakalandığında "emrinizdeyim Türk devletine hizmete hazırım" diyen Öcalan'a nasıl bir görev verildi? O saatten sonra Öcalan fikir mi değiştirdi, yoksa bugün oynadığı rol o görevin bir parçası mıdır? Her PKK eylemine lojistik, istihbarat ve bazen fiili katkısıyla yardıma yetişen el ile o görevi veren el arasındaki ilişki nedir? Sormaya da, cevabını dinlemeye de değmez mi?