Horasan’dan gelen Kılıçdaroğlu
Türkiye’de ve belki başka ülkelerde de böyledir; bir beldede baskın olan etnik grup veya mezhep mensupları kendilerine övünecekleri özel bir köken ihdasında bulunmazlar.
Mesela Çorum, Yozgat taraflarında yaşayan ve çoğunluğu Sünni olan Türkmenler arasında “Horasan akıllı” diye bir tabir vardır ki, “Aklı bir karış havada” anlamına gelen bu deyimden başka, kendi halinde yaşayan milletin hafızasında Horasan ile ilgili tek satır yoktur. Yani âdi mantık gereği Horasan ile en çok iftihar etmesi gerekenler, bırakın övünmeyi, Horasan ifadesini sadece olumsuzluk bildiren bir karakter analizinin iki kelimelik özeti mahiyetinde kullanırlar.
Ve fakat nerede kendini ana kütleden ayrıksı tutan adam vardır; onlar yemezler, içmezler şuradan geldik, buradan geldik deyip dururlar.
En son Kemal Kılıçdaroğlu da katıldı bu kervana ve “Horasan’dan gelmişiz” deyiverdi. Milletin muhayyilesinden çok, tarih biliminin bize öğrettiklerine bakarsak, Horasan esasında İslam’ın Asya dehlizlerine yayılmasında önemli merkezlerden birisi. Ayrıca Ebu Müslim El Horasani’nin 747-750 senelerindeki kıyamı ve ardından Abbasiler döneminde oynadığı rol bakımından Horasan, İslam’ın en canlı yayılma pratiğinin yaşandığı devirlerde merkezi öneme sahip bir yer durumunda oldu. Bu bakımdan Horasan’a köken ihdasında bulunmanın soy ve din mensubiyeti bakımından hiç de marjinal ve tehlikeli bir tarafı yok gibi duruyor. Ancak bugün halihazırdaki algılama ne yazık ki böyle değil.
“Horasan’dan gelmek” garip bir biçimde önce Arap dışı çağrışımı yaptırmak, oradan da “ana kütleden (ortodoksi) kopuş” şeklinde bir algılatmayla, bugünün türedi ifadelerinden biriyle söylersek “Türk İslamı”nı imlemek anlamına geliyor.
Başka bir ifade biçimiyle “Horasan’dan gelmek”; dini mensubiyet bakımından heterodoksluğu çağrıştırırken, sözde “Türk milliyetçiliği” bağlamında ortodoksiye vurgu yapar gibi gözüküp, esasta etnik/mikro milliyetçi bir zemine oturmanın cambazca bir şekli oluyor.
Bu ülkenin artık sayıları gittikçe azalan aklı başında insanlarının üzerine basarak söylediği gibi, Türkmen’i tutup Türk’ün yerine kullanırsanız, oradan Kürt’ü Türk’e müsavi bir kavramsallaştırma içine sokarsanız, ondan sonra bu denklemin neresinden tutarsanız tutun, elinize Çingene bohçasından başka bir şey gelmez.
İran devriminin bir “İslam devrimi” olup olmadığına ilişkin tartışmalar yaşanırken, şöyle bir görüş geliştirilmişti: Bu devrimin asıl özelliği İran milletinin İslam dairesi içinde olup olmadığına karar vermesi çerçevesinde önemi haizdir. İran milleti Şiilik heterodoksisi sebebiyle ana kütlenin kenarında durduğundan, dairenin dışına çıkmakla ilgili çok güçlü tesirler altında bulunuyordu. 1979 devrimiyle birlikte bu millet, ‘biz vaktiyle Dürzilere, Bahailere yapılanları reddediyoruz. Yerimiz İslam dairesinin içidir’ dediler.
Peki vaktiyle Dürzilere, Bahailere ne yapıldı? Bu gruplar her ne kadar ana kütle tarafından rafızilikle, zındıklıkla filan itham edilseler de yüzyıllarca kendilerini “Müslüman” olarak gördüler. 19. Yüzyıl boyunca ve 20. Yüzyıl başlarında İngiliz önderliğindeki oldukça titiz yabancı faaliyetleri sonucu bu gruplar bugün kendilerini “Bütünüyle İslam dışında müstakil birer dinin mensubu” olarak ilan ediyorlar.
O yüzden bugün “Horasan akıllı” olmak hevesi, kurnazca bir biçimde ana kütleye mensubiyet mesajı gibi gözükse de, esasta Alisiz Aleviliğe kadar gidecek her türlü etnik ve mezhebi Rafızilik yollarının açık tutulmasından başka bir şey değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.