LütfüOflaz'la Sohbet

LütfüOflaz'la Sohbet

“Darbe” dersem çık “Hukuk” dersem çıkma!

“Darbe” dersem çık “Hukuk” dersem çıkma!

- Lütfü Bey; darbeye teşebbüs ettikleri iddiasıyla mahkemenin haklarında yakalama kararı verdiği Balyoz davası sanığı generaller şimdilik terfi ettirilmedi. Ancak bu generallerin de içinde bulunduğu ‘Balyoz’cu subaylardan hiçbiri de yargıya teslim edilmedi. Bunların orduevlerinde, ordu tesislerinde saklanması yoluna gidildi. Oysa başta İlker Başbuğ olmak üzere bunları koruyup kollayanlar daha önce, “Türk subayları hukuktan kaçmaz, çağırıldıkları an gelip yargıya teslim olur” diyorlardı. Nasıl yorumluyorsunuz bu durumu?
- Kadın sığınma evlerinden sonra ortaya bir de subay sığınma evleri çıktı! Orduevleri hukuktan kaçan generallerin, subayların sığınma evleri yapıldı! Ortaya Saray’dan Kız Kaçırma misali Yargı’dan Subay Kaçırma vaziyeti çıktı! Hani çocuklar “Elma dersem çık, armut dersem çıkma” diye oyun oynarlar ya; bu subaylar için de “Darbe dersem çık, hukuk dersem çıkma” gibi bir durum ortaya çıktı! Nitekim hukuktan, yargıdan korkan subaylar, subay sığınma evlerine benzeyen orduevlerinden burnunu dahi çıkartamaz hale geldi. İçlerinde koskoca komutanların, generallerin bulunduğu subaylarımızın düştüğü bu durum, içler acısı bir durum değil mi? Daha da içler acısı olan, bazı kesimlerin, ülkede subaylar için ayrı hukuk, vatandaş için ayrı hukuk uygulanmasını istemesi değil mi? Mahkeme istedi mi vatandaş tutuklanacak, ama subaylar tutuklanmayacak; öyle mi? Bu durum vatandaşın hukuka, yargıya olan güvenini zedelemez mi? Peki buna karşılık olarak Beşiktaş’taki mahkeme yakalanmalarını istediğinde bu subayların avukatlığını yapanlar ne demişti? “Beşiktaş Mahkemesi’ne güvenimiz yok” demişti. Yoksa bunların Fenerbahçe Mahkemesi’nde mi yargılanması istenmişti! İşin esprisi bir yana, yahu bir ülkede Beşiktaş Mahkemesi, Fenerbahçe Mahkemesi, Galatasaray Mahkemesi diye mahkemeler olabilir mi? Takım tutar gibi mahkeme tutulabilir mi? “Rakip takım” der gibi “rakip mahkeme” denebilir mi? Bir mahkeme “bizim mahkeme”, diğer mahkeme “rakip mahkeme” olarak görülebilir mi? Bir ülkede mahkemeleri, yargıyı böylesine bölmek, ülkeyi bölmek ile eşdeğer değil mi?

TERÖRLE VURUŞMAK DEĞİL, TERÖRLE BULUŞMAK!
- Genelde CHP’nin temsil ettiği kesimler, darbe hazırladıkları gerekçesiyle mahkemelerin haklarında tutuklama kararı verdiği generaller, subaylar için “Terörle mücadele eden subayların, generallerin tutuklanması, terörle mücadeleyi baltalamaktır” şeklinde bir görüş öne sürmekteler. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Unutulmasın ki; mahkemeler bunların terörle vuruştukları için değil, terörle buluştukları için tutuklanmasını istiyor! Bunlar bir darbe gerçekleştirebilmek için terörle buluşmak, teröre bulaşmak, terör ortamı oluşturmak, terörü azdırmak ile suçlanıyor! Elbette bu suçları işleyip işlemediklerini görmek için mahkemelerin kararı beklenecek. Ancak mesela 12 Eylül darbesini yapabilmek için generallerin terörle buluşmasına, teröre bulaşmasına, terör ortamı oluşturmasına, terörü azdırmasına ne denecek? 12 Eylül darbesini emir-komuta zinciri içinde yapan ordunun başındaki Kenan Evren’in, terörün iyice azmasını, darbe ortamının iyice olgunlaşmasını bekledikleri şeklindeki itiraflarına ne denecek? Demek ki neymiş? 12 Eylül öncesinde olduğu gibi generaller de, subaylar da terörden medet umabilirmiş. Haydi bırakalım 12 Eylül öncesini; peki daha birkaç yıl önce Şemdinli’de o zamanki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “iyi çocuklar” dediği astsubayların terörist faaliyet içinde yakalanmasına ne diyelim? Haydi birkaç yıl öncesini de bırakıp, günümüze gelelim. Peki daha dün Hatay-Dörtyol’daki terör kışkırtıcılarının uzman çavuşlar olmalarına ne diyelim? Haydi tüm bunları de geçelim. “Terörle mücadele eden subayların, generallerin tutuklanması terörle mücadeleyi baltalamaktır” diyenlerdeki mantık tutarsızlığına kısaca değinelim. Diyelim ki terörle gerçekten mücadele eden bir general, bir subay, mesela karısına kızıp onu öldürmek gibi bir suç işlese, bu general, bu subay terörle mücadele ediyor diye tutuklanmayacak mı? Cinayet işleyen bu generale, bu subaya terörle mücadele ediyor diye dokunulmayacak mı? Unutulmasın ki; darbe de bir demokrasi cinayetidir! Üstelik bu cinayet, bir insana karşı değil, halka karşı işlenir! Bu cinayeti işleyenlerin, ya da işlemeye teşebbüs edenlerin de tutuklanmasından daha doğal ne olabilir?

GENELKURMAY, SAVUNMA BAKANLIĞI’NA BAĞLANDI!
- İşçi Partisi Genel Başkanı ve Ergenekon davası sanığı Doğu Perinçek, geçenlerde “ABD Savunma Bakan Yardımcısı Volfowitz’in talimatıyla Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, daha o zamanlar parti başkanı bile olmayan Tayyip Erdoğan’ı Genelkurmay’da kabul edip görüştü” şeklinde bir iddia öne sürdü. Bu iddia hakkında ne düşünüyorsunuz?
- “Genelkurmay Başkanlığı Savunma Bakanlığı’na bağlansın” dene dene, demek ki bu iş sonunda gerçekleşmiş. Ancak Genelkurmay Başkanlığı Türkiye’nin Savunma Bakanlığı’na bağlanacağına, ABD’nin Savunma Bakanlığı’na bağlanıvermiş! Öyle ya, Doğu Perinçek’in iddia ettiği gibi, Genelkurmay Başkanımız, ABD Savunma Bakan Yardımcısı’ndan talimat alıyorsa, bu ne demektir? Genelkurmay Başkanlığımızın, ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı olduğunu iddia etmek demektir. Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın Genelkurmay Başkanları Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ ile yaptığı Dolmabahçe türü özel görüşmelerin de bu çerçevede gerçekleştiği iddia edilmektedir. Ancak Doğu Perinçek hem böyle bir iddiada bulunuyor ve ondan sonra da kalkıp, “Türk ordusunun komuta kademesi, generalleri, ABD emperyalizmine direniyor; ABD’nin ülkemizdeki, bölgemizdeki isteklerine karşı duruyor” diyor. Bu da büyük bir çelişki teşkil ediyor. Öyle ya, eğer ordumuzu yönetenler ABD Savunma Bakanlığı’na bağlıysa, ABD Savunma Bakan Yardımcısı’ndan bile talimat alıyorsa, ABD’ye direnebilir mi? ABD’nin ülkemizdeki, bölgemizdeki isteklerine karşı durabilir mi? ABD’nin “şak” diye emrettiği, topuklar “tak” diye vurulup yerine getirilmez mi? O halde ya Türk ordusunu yönetenlerin, ABD’nin isteklerine direndiği iddiası doğru değildir. Ya da Türk ordusunu yöneten Genelkurmay Başkanlarının, ABD Savunma Bakan Yardımcısı’ndan talimat aldığı iddiası doğru değildir...
PROF. DR.
Nâmık Açıkgöz
Anayasa değişikliğini anlatmak
34 yıldan sonra, ilk kez bir Anayasa metnini halka sorarsan; Anayasa’nın ne demek olduğunu bilmeyen halk ilk kez böyle bir metinle karşılaşırsa, olacağı budur. “Hocam neler değişiyor?” diye bana soruyorlar... Bir edebiyatçıya soruyorlar!...
Üniversite hocaları soruyor... Esnaf soruyor... Memur soruyor... Köylü soruyor... Öğrenci soruyor...
Demek ki siyaset, meramını pek iyi anlatamamış... Hele iktidar, hiç anlatamamış... Veya anlatmış da, anlattıkları tabana mâl olmamış... Mâl olsaydı, kimse bana “Hocam neler değişiyor?” diye sormazdı.
Bereket, devir internet devri de, merak edenler, değişikliklere, karşılaştırmalı olarak ulaşabiliyor ama herkes internet kullanamayacağına göre, gene iş siyasetçilere düşüyor.
Siyasetçiler ne yapıyor?...
Birisi, fındık-fıstıkçılık yapıp kayısı anayasası peşinde koşarak su romantizmiyle meşgul... Öteki zaten tebessümün uğramadığı bir yüzünü “sirke satıcısı yüzü”ne döndürmüş öfke pompalayıp ne dediği belli olmayan konuşmalar yapıyor. Bir diğeri de, İmralı’dan gelecek sufleleri bekliyor... İktidar ise, 134 yılda bir yaratılan tartışma ortamında, yapılacak değişiklikleri anlatmak yerine, muhalefete laf yetiştirmekle efor harcıyor.
Kimse doğru-dürüst bir şekilde Anayasa değişikliğine kafa yormuyor. Herkes genel seçimlere oynuyor. Yani tüm partiler siyasi rant peşinde... Hem de uzun vadeli falan değil haa; kısa vadeli... 2012 seçimlerine yatırım yapıyorlar.
Bu durumda, iş, siyasi rant peşinde koşmayan basın organlarına ve sivil toplum kuruluşlarına düşüyor.
Meselâ, bugünlerde, gazeteler niye Anayasa değişiklikleriyle ilgili diziler yayımlamazlar veya ek olarak niye değişiklikler kitapçığı vermezler, şaşıyorum. Çok mu zor yani, 26 maddeyi, izahlı ve kolay okunur bir şekilde bir kitapçığa dönüştürmek?...
Meselâ sivil toplum kuruluşları, niye boş boş otururlar anlamıyorum... Çağırırsın birkaç “evet”çi, birkaç”hayır”cı... Konuyu Anayasa değişikliği ile sınırlayıp iktidar veya muhalefet yandaşlığı yaptırmadan tartıştırırsın değişiklikleri ve dinleyenler de nelerin döndüğünü anlar...
Fındık-fıstık muhabbeti, ırmakların kardeşliği romantizmi, derde devâ olmadığı gibi alışılmış popülist siyaseti tekrar eden ve “zihnî yaratma”dan uzak olduğu için de sempatiden çok antipati uyandırıyor. Tabii bu da, meydanlara heyecan yerine bıkkınlık pompalıyor.
Şurada referanduma 1 ay kaldı. Ne “evet” diyecek olan nasıl bir metne “evet” diyeceğini biliyor; ne de “hayır diyecek olan... Bir kör dövüşüdür gidiyor... Herkes iradesini oy verdiği veya vereceği partiye teslim etmiş, rahat!...
Haydi, gelin!... Güzel bir fırsat yakalanmış!.... Artık eskiyen 20. yüzyıl değerlerinden kurtulalım!... İrademizi Genel başkanlara teslim etmeyelim... Türkiye’nin sadece Ankara’dan ve İstanbul basınından ibâret olmadığını gösterelim. “Evet” de desek, “hayır” da desek, özgür iradelerimizle karar verelim... Herkesi dinleyelim; herkesi okuyalım ama sonunda kendimiz olarak karar verelim... Beni bile okuyun ama lütfen kendiniz karar verin; sizin yerinize Ankara’da birileri karar vermesin.
İlk defa cuntacılara sivil mahkeme yolu açılıyor... Talat Aydemir’den sonra ilk defa darbecilere adalet kapısı görünüyor... Ve ilk defa, bu tartışmaların yapıldığı günlerde, adları cuntalara karışanların terfisine karşı çıkılıyor ve bu büyük bir toplumsal destek buluyor... İlk defa ve gerçekten partizan cumhuriyetçileri tarih sayfasına gönderecek toplumsal gelişme bu kadar büyük bir dinamizm kazanıyor ve onlar için “farkında oldukları gerçek tehlike” şimdi ortaya çıkıyor... Vesayetçi demokrasi, gerçek demokrasi karşısında ilk defa böyle şaşkınlığa uğruyor....
Niçin “evet” demeyelim?
Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Bahçeli niçin “evet” demeyelim, bize izah eder misiniz? Lütfen genel seçim propagandası yapar gibi konuşmadan izah edin. Çünkü, genel seçim ile referandum farkının ne olduğunu biliyoruz.
Ya Ahmet Türk’e ne demeli? Anayasa değişikliklerinde şu şu şu değişiklikler yokmuş; öyleyse “hayır” denmeliymiş. Yani, istediği değişiklikler yoksa, 12 Eylül Anayasasına razı olacakmışız... Ben 12 Eylül Anayasasına göğsümü gere gere “hayır” oyu vermiş biriyim; şimdi nasıl o Anayasa’yı savunurum yaa!...
Neyse....
Siz bana da bakmayın... Kendi özgür iradenizle oy kullanın... Görüşleriniz benimle örtüşüyorsa “evet” dersiniz; örtüşmüyorsa, “hayır” demekte de özgürsünüz. Kimse sizi 27 Mayıs ve 12 Eylül darbecileri gibi baskı altında tutmuyor... Daha da ötesi, geçen haftaki yazımda da üstünde durduğum gibi, 134 yıldan beri ilk kez Anayasa hakkında sizin, doğrudan halkın görüşleri soruluyor... Bu imkânı ve bu özgürlüğü yüreklerinizde duya duya, gerçek demokrasi oksijenini ciğerlerinize çeke çeke oy kullanın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
LütfüOflaz'la Sohbet Arşivi