Recm en çok ona karşı çıkanları mutlu ediyor
Hidayet Şefkatli Tuksal adlı muhafazakar kadın yazar, “Sakine Muhammed Aştiyâni İran’da recm cezasına mahkum edilmiş iki çocuk annesi bir kadın. Neredeyse bütün dünya bu olay karşısında ayağa kalktı” şeklinde başlayan yazısında Türk kamuoyunun bu olaya duyarsızlığından yakınarak, sözü recm cezasının İslam’da olmadığına getiriyor ve bu görüşü savunan sadece kendisiymişçesine, tıpkı Aştiyâni’nin “Ben insan hakları delisiyim” diyen şarlatan avukatı gibi garip bir pozisyon alıyor.
Sakine Muhammed Aştiyâni, geçtiğimiz hafta İran televizyonlarına çıkıp, İran’dan kaçarak Avrupa’ya sığınan avukatı Muhammed Mustafai'nin tam bir fırsatçı ve şarlatan olduğunu belirterek, “Benim davamı niye televizyona taşıdı? Namusumu niye lekeledi?” diye feryat etti.
Çünkü bu davanın recm cezasıyla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Adı geçen kadın, kocasının elektrik verilerek vahşice öldürülmesine yardım ettiği ve öldüren kişi ile ilişkisi bulunduğu iddiasıyla yargılanıyor.
Yani mesele, Tuksal’ın ve pek sevdiği “insan hakları aktivistlerinin” gösterdikleri şekliyle, “sakalı göbeğine kadar inmiş mollaların masum bir kadıncağızı ele geçirip de afiyetle taşlamak istemeleri meselesi” değil.
İran’da recm edilmeyi beklediği iddia edilen kadının kendi beyanlarından değil de bu kadının bir süre avukatlığını üstlenerek Batı’nın gözünde İran’ın Ali Kemalliğini yapan ve oralardan aldığı teminatlarla “kızını alıp ülkesini terk eden” şarlatanlar dizgesinden bir avukatın Batı başkentlerinde yer bulması gayreti bizdeki bindirilmiş kıtaları harekete geçirdi.
Üstelik adı geçen avukat Avrupa’ya kaçarken DHA muhabirlerine İstanbul’da verdiği mülakatta 10 tane kadının recm cezası verilmek üzere yargılandığını, bunun 7’sinin kendi gayretleriyle beraat ettiğini, geri kalan 3’ünün cezasının ise başka cezalara çevrildiğini söylüyor. Yani ortada somut bir recm verisi yok. İranlı bu şarlatanla röportaj yapan DHA muhabirleri şu ilginç notu da düşmeyi ihmal etmemişler:
“Taksim bölgesinde bir kafeteryada yaptığımız röportajdan hemen sonra kafeteryaya gelen ve Birleşmiş Milletler ve Fransız memurlar olduğunu öğrendiğimiz bir grup yetkili, bir arabaya apar topar bindirdikleri İranlı insan hakları avukatı Muhammed Mustafa’yı Fransız Konsolosluğu’na götürdü.”
Şu manzaraya bakıldığında, ortada tam tipik bir Selman Rüşdi operasyonu söz konusu.
****
Tuksal, kendisinin de eleştirdiğini iddia ettiği "zaten bu müslümanlar bu işleri yaparlar, bu yüzden kadınları müslümanların elinden kurtarmak gerekir" peşin hükmünü, müslümanlar zaviyesinden olmasa bile İran hükümeti, toplumu, kültürü ve siyasası zaviyesinden esasta vermiş oluyor.
Zaten ortalama Batılı da pratikte en fazla böyle düşünüyor. Türkiye’de bu tür kadınlar, hoşlarına gitmeyen her ne varsa bunları (sanki dinin dışında bir kurummuş gibi) “örf”e mündemiç kılarak, dinden sıyırtmayı planlıyorlar.
Recm cezası İslam’da var mıdır yok mudur meselesinde önce yoktur diyenlerin safında olduğunu ilan eden Tuksal, yazısının sonunda, aslında bu hüküm varmış da reforma muhtaçmış gibi bir noktaya geliyor.
“Faizsiz bankacılığı icad eden akıl, şiddetsiz insan ilişkilerini de tasarlayabilir, değil mi?” diyerek, özrü kabahatinden büyük bir metaforu ironik ve apansız biçimde ortalık yere döküveriyor. Öyle ya kapitalizme uyum gereği yapılan reformlar ve kılıfa sokmalar, recme mahkum zavallı kadıncıklar için neden söz konusu olmasın.
****
“KIZIM OLMADAN ASLA”SIZ ÇIKMIYORLAR
Bir de böyle durumlarda “Kızım Olmadan Asla” roman ve filminden hareketle, ülkenizi terk ederken yanınıza almanız gereken bir kızınızın mutlaka olması gerekiyor. Despotik rejim vurgusunda nedense erkek çocuk pek tercih edilmez. Batı klişelerinde kız çocuk hem korku filmlerinin lanetli kuyulardan çıkan uzun saçlı cadıları, hem de Batı karşıtı despotik üçüncü dünya rejimlerinin zulmettiği mâsume olmak üzere, çift işlevli bir simge durumundadır.
İran’ı hedefe koyan “Kızım Olmadan Asla” romanı ve filmi ile Afganistan’ı hedef alan “Usame” filmindeki ortak tema, bizdeki son zamanların “Vurun Kahpeye” geleneğinin film tadındaki en popüler çıkışını yapıp bu geleneği güncelleyen Fazıl Say’ın "kızımı alıp giderim" restiyle iyice yaygınlık kazandı. Öyle ki bu tema, yerini belli etmek ve fark edilmek için biteviye topuk vuran bazı muhafazakar kadın yazarlar tarafından da artık kolaylıkla işlenebiliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.