NATO’nun dünya jandarmalığı
Bilindiği üzere NATO'nun kuruluşunda kullanılan gerekçe, komünist tehditti. Bu yüzden doğu bloğunun çökmesinden ve söz konusu tehdidin ortadan kalkmasından sonra NATO'nun varlığı tartışılmaya başlanmıştı. çünkü kuruluşunda ve varlığını sürdürmesinde kullanılan gerekçe ortadan kalkmıştı. Bu tartışma ortamında ABD, varlık gerekçesi ortadan kalksa da NATO'nun dağılmasına taraftar olmadı.
Söz konusu tartışma ortamında NATO'nun kuruluşunun 50. yıldönümü münasebetiyle Amerika'da görkemli bir zirve toplantısı gerçekleştirildi. Söz konusu zirvenin bu derece görkemli yapılmasının amaçlarından biri NATO'ya yeniden bir anlam ve performans kazandırmaktı. "50. yıl" münasebeti de bu amaçla değerlendirildi. O zaman NATO'ya "Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (ESDI)" adıyla yeni bir fonksiyon yüklenmesi kararlaştırıldı. Söz konusu kimlik ve fonksiyonun amacı ise NATO'ya "dünya jandarmalığı" görevinin verilmesiydi. Tabiî bu jandarmalık işini de ABD'nin çıkarları ve planları doğrultusunda yapacaktı. NATO'nun Kosova'da aktif rol almasının sağlanması da işte bu kimlikle ilgili bir gelişmedir.
NATO'ya verilen bu yeni rol ve söz konusu kimlik anlaşmasına göre, artık NATO sadece bir savunma örgütü olarak kalmayacak, aynı zamanda bütün sorunlu bölgelere askeri müdahalede bulunma yetkisini de elinde bulunduracaktı.
Fakat ESDI kimliği, kamuoyuna pek mâl olamadan ve pratik hayatta kendini gösteremeden ESKİ oldu. Bunda belki NATO'ya yüklenmesi istenen dünya polisliği fonksiyonunun ABD'nin dünya liderliği davasıyla paralel planlanmış olmasına teşkilata üye diğer ülkelerin sıcak yaklaşmamalarının rolü vardı.
Bu arada NATO'ya yeni bir fonksiyon yüklenebilmesi ve varlığına gerekçe oluşturulması için arayışlar da devam etti. İşte bu arayış ortamında "radikal İslâm" diye yeni bir tehditten söz edilmeye başlanmıştı. ABD ve işbirlikçileri, ellerindeki medya organlarını da kullanarak bu tehdidi, "terör tehdidi"yle özdeşleştirme çabası içine girdiler.
NATO’nun varlığını sürdürmesine gerekçe olarak “radikal İslâm tehdidi” senaryolarından yararlanma çabaları sürüyor. Birtakım yönlendirme merkezleri tarafından finanse edildiği tahmin edilen tahrik unsurlarının, Müslümanların kutsal değerlerine saldırma amaçlı ürünlerinin de söz konusu gerekçeyi canlı tutma çabalarına hizmet amacıyla piyasaya sürülüyor olması kuvvetle muhtemeldir. Ama elbette İslâm dünyası, uluslararası emperyalizmin tahrik politikalarıyla bağlantısı olması sebebiyle söz konusu iğrenç saldırılara tepkisiz kalacak değildir. Bu tür saldırıların tahrik yönü olsa da, anlam ve amaç yönünden işgal politikalarına benziyor. İşgallere tepkisiz kalınamayacağı gibi, söz konusu iğrenç saldırılara da tepkisiz kalınamaz. önemli olan güçlerin birleştirilmesi ve emperyalizmin planlarını boşa çıkaracak yaptırım gücüne sahip bir tepki ortaya konabilmesidir.
Aslında "radikal" nitelemesi bir yanıltmadan ibarettir. Gerçekte NATO'nun ve ona yön veren çağdaş sömürgeci güçlerin yeni hedefleri yükselen İslâmi bilinçlenme ve uyanış hareketidir. Kısacası İslâm'ın ve Müslümanlığı hayata hâkim kılma çabasının bizzat kendisidir. Bu durum karşısında NATO'nun, artık bir anti-komünist askeri ittifak olmaktan çıkarak İslâm karşıtı bir askeri ittifaka dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bu dönüşüm, onu aynı zamanda bir "Haçlı-Siyonist İttifakı" haline getirmiştir.
Burada "haçlı" kimliğinin "Hıristiyan" kimliğiyle özdeşleştirilmemesi gerektiğini de hatırlatmakta yarar görüyoruz. Her ne kadar tahrif söz konusu olsa da "Hıristiyan" veya "Nasranî" kavramı dini bir kimliği ve statüyü ortaya koymaktadır. "Haçlı" zihniyeti ise Hıristiyanlığı siyasi ve ideolojik amaçlar için kullanan bir yayılma hareketidir.
Politikalarında ve araçlarında değişiklik olsa da, dünkü haçlı zihniyetiyle bugünkü arasında bir farklılık olmadığını, özelde Ebu Gureyb ve Guantanamo hapishanelerinde gerçekleştirilen insanlık dışı işkence uygulamaları, genelde işgal edilen topraklarda sergilenen vahşet ortaya koymuştur. O işkenceler bugünün haçlılarının Müslümanlara duydukları kin ve nefreti aynen dünküler gibi canlı tuttuklarını gözler önüne sermiştir.
NATO’nun dağılmaması için varlığına gerekçe oluşturacak yeni senaryolara başvurulmasına rağmen yine de kendi içinde çürümekte olduğu hissediliyor. Bükreş Zirvesi işte bu çürümenin önüne geçilmesi ve NATO’nun ABD’nin arkasında duran önemli tehdit gücü haline getirilmesi amacına yönelik önemli bir ataktır. Ama ABD, Afganistan’daki asker sayısını artırma konusunda istediklerini kısmen alabildiyse de, genişleme planını kabul ettiremedi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.