Türkiye, dışarıdan bakınca bir dev
Tito'ya sormuşlar "Senin inancın nedir? Hıristiyan mısın, Katolik mi, Ortodoks mu? Yoksa Müslüman mısın, nesin?"
"Hepsinden biraz var" diye cevaplamış Tito.
Latife olması maksadıyla öyle söylediğini düşünemeyiz.
Altı parçadan oluşan Yugoslavya'yı bir arada tutmakla mükellefti lider olarak; böyle bir çabası vardı Tito'nun.
Tito, tuta tuta kırk yıl tuttu o ülkeyi bir arada.
Yakaladıkları ilk fırsatta ayrıldı o unsurların her biri.
* * *
Piriştina'da iftar öncesinde olduğu gibi, sonrasında da şehri dolaşma fırsatı bulduk.
Yürüdükçe her adımda karşımıza çıkan Osmanlı döneminden kalma camiler, çeşmeler, hamamlar ve konaklar, bize gösteriyordu ki insanları bir arada kırk yıl tutan zamk ile beş yüz yıl bir arada tutan zamk arasında fark vardır.
Tito'nun yapıştırıcısı kırk yıl etkili olmuş, Sultan Murat'ın yapıştırıcısı beş yüz yıl.
* * *
"Türkiye'yi yakından takip ediyoruz. Çanak antenlerimiz hep Türkiye'ye çevrili. Yirmi sene önce iyi para ödeyerek aldım anteni çok şükür."
Rehberimiz Mürteza Bey, öğretmenlikten başka radyo programcılığı da yapmış uzun süre.
Bir dönem, Türkçe radyo için izin almakta zorlanmışlar.
Sonra çanak antenleri delil olarak göstermişler yetkililere.
"Bakın demişler bu çanakların her biri Türkiye'ye çevrili. Bakın ne kadar çok. Bu insanlar Türkçe bilmese, Türkiye kanallarını seyretmek için bir çuval para verip çanak anten alırlar mı?"
Böylece radyo izni çıkmış.
* * *
Türkiye'yi nasıl gördüklerini sorduk.
Çok sevdiklerini, Türkiye'deki her gelişmeyle yakından ilgilendiklerini, sık sık gidip geldiklerini, arada büyük bir gönül bağı olduğunu, akrabalarının bulunduğunu, Türkiye'nin büyük bir cazibe merkezi olduğunu hatta ondan daha ötesinde anlamlar ifade ettiğini söylediler.
Bizden daha fazla bağlanmışlar Türkiye'ye desek, abartmış sayılmayız.
Sorduk: TİKA?
Dedi: Çok hayrını gördük.
Türkiye'nin politikasıyla ilgili sorduğumuz sorular karşısında 64 yaşındaki rehberimizden şu cevabı aldık:
"Ben bu yaşa geldim, Türkiye'nin politikasını anlayamadım."
Aha işte bir ortak nokta daha!
* * *
"Biz çocukken masallar dinlerdik. Bizim çocuklarımız Cüneyt Arkın filmlerini seyrediyorlar. Çok seviyorlar. Malkoçoğlu'nu, Sultan Murat'ın Fedaisi'ni falan. Bizim masallarda açıl susam açıl deyince kayaların kapısı açılırdı. İşte şimdi görüyorsunuz şu otelin kapısı nasıl kendiliğinden açılıyor. Açıl susam demeye bile gerek yok. Demek ki bir şeyleri hayal edince, yıllar sonra gerçekleşebiliyor."
Rehberimizin dikkatimizi çektiği açılan otel kapısından girdik ve ertesi gün Prizren'e gitmek üzere anlaşıp ayrıldık.
Yurt içinde dışında onca otel gördüm, böylesine rastlamadım.
Resepsiyon altıncı katta. Onun altındaki katların hepsi mağaza. Beyaz eşyadan kıyafete herşey satılıyor. Son iki kat otele ait.
* * *
Gece yarısı uykunun tatlı yerinde büyük bir gürültü duydum.
Otelde sahura kaldırmak için davul mu çalıyorlar? Sırplar saldırıya mı geçti? Bombalar mı atılıyor? İnsanın aklına kırk türlü şey geliyor. (Geri kalanları saymayalım.)
Meğer sadece mutfakta sahur hazırlığı yapılmaktaymış.
Sonra bir sofra kurdular, maşallah dedik. Közlenmiş biberin lezzetini unutmak mümkün değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.