“Göster oğlum amcalarına füzeni…”
Yıldırım Beyazıt, İstanbul Boğazı'nın Anadolu yakasına bir hisar yaptırdığında tarih 1395'ti.
Fatih Sultan Mehmet ise Rumeli Hisarını 1451'te inşa etti.
Gelecek nesiller burada konserler versin, eğlenceler düzenlesin diye yapılmadı o hisarlar.
Maksat, Boğaz'dan geçecek yabancı gemileri kontrol etmekti.
İstanbul'un fethinde hisarların rolü önemliydi.
Sonra devir değişti.
Devir değişince, eski plak devam edemez. Komik sesler çıkar çünkü. Pikap dönemini yaşayanlar iyi bilir.
Hâkimiyeti kaybedince, bir takım anlaşmalar devreye girdi.
Boğazlar yol geçen hanına döndü; savaş gemileri bile geçiyor artık.
Fakat bugüne kadar hiçbir gemi, şu birkaç gün önceki Rus gemisi kadar küstahlık yapmadı.
Boğaz'dan geçerken, füzeyi omzuna alan o askere Putin mi emir verdi acaba?
“Göster oğlum amcalarına füzeni…”
Bunu soruyorum ama ihtimaldir diye düşündüğümden değil; Putin'in emri olmasa öyle davranamazlar.
*
Gerçekten tam bağımsız olduğumuz dönemlerde, bırakın yabancı gemileri, sadece üstten kuşlar, alttan balıklar izinsiz geçebilirdi Boğaz'dan.
Bugün İstanbul'un tapusu bizde ama ne derece hâkimiz?
Sanki tapuya bir şerh düşülmüş.
Boğazları tam kontrol edemiyoruz, Ayasofya turistlerin.
Böyle olunca da geçen gemidekiler nanik yapıyor, silah gösteriyor.
Tepkimiz hangi seviyede? Nasıl cevap veriyoruz? “Ayıptır” demekten başka ne yapabiliyoruz?
Ayıptır demekten başka bir şey yapamıyorsak hakikaten ayıptır. Onların yaptığı değil, bizimki.
*
Onlar dediklerimiz, her dönemde ellerinden geleni ardına koymadılar. En güçlü olduğumuz dönemlerde bile casuslar gönderdiler.
Mesela Fransa'da Burgonya Dükü'nün adamı Broquiere, 1432'de gizli görevle Ortadoğu'ya gönderildi. Görevi, yeni bir haçlı seferinin düzenlenme imkânlarını araştırmaktı. Hac ziyareti kisvesi altında Kudüs'e doğru yola çıkan Broquiere, Anadolu topraklarından da geçti ve bu yolculukla ilgili tüm izlenimlerini 1457 yılında “Denizaşırı Seyahat” adıyla kaleme aldı. El yazması kitap 1892'de Paris'te basıldı.
Murat Kutlu'nun “Sıradışı Osmanlı” kitabına bir bakalım neler yazmış Broquiere..
“Türkler çevik adamlardır. Sabahları erken kalkıyorlar, kırlarda az bir şeyle kanaat ediyorlar. Ekmek, pastırma, yoğurt, bal, meyve ve sebze yiyorlar. Hatta bir avuç un bir günlük gıdayla kifayet ediyorlar.
Elbiseleri birbiri üzerine giyilmiş iki, üç pamuklu esvap, esvapları dizlerine kadar iniyor. Bunların üzerine manto yerine bir kürk giyiyorlar. Giydikleri çizmeler dizlerine kadar. Yine bazı al kadifeden bazıları da ipekten, pamuktan uzun etekli elbiseler giyiyorlar.
Atları gayet iyi ve besili, yolları uzun ve devamlı. Düğünlerde veya herhangi bir törende Türkler parlak şenlikler yapıyorlar. En güzel silahlarını kuşanıyorlar, kalabalıkla şehri atlı dolaşıyorlar. İşte böyle bir halde Türklerin tıpkı bizimkiler gibi zırhlar giydiklerini gördüm. Fakat onların zırhları daha sık, kol siperleri aynıdır. Hülâsa Jül Sezar zamanını canlandıran resimlere benziyorlar.
Türkler atların eyerlerine koltuğa oturur gibi otururlar, dizlerini yukarıda tutarlar, kısa üzengi kullanırlar. En çok kullandıkları silah; ok, yay, kılıç, kısa saplı gürzdür. Birçokları tahta kalkan kullanıyorlar ve ok attıkları zaman atlarını bununla korumasını biliyorlar. Bunu, bana iyi kullananlar anlattığı gibi, gözümle de gördüm.”
Tarafsız kabul edilenlerden biri olan Fransız, ne gördüyse açıkça yazmış, hayranlığını da gizlememiş.
“Padişahların emirlerine itaatleri sonsuzdur. Hayatı pahasına bile olsa kimse onun emrinden çıkmaya cesaret edemez. Zaten onları Fransa'dan da geniş topraklara sahip kılan fetihler hep bu daimi itaatleri sayesindedir.
Türklerin aleyhinde bulunmak, onların kıymetlerini düşürmek istemem; bilakis şunu itiraf ederim ki hayat işlerinde onları pek serbest ve doğru buldum. Hele cesarete lüzum olduğu zamanlar gayet cesur davranırlar.
Türkler yorgunluğa ve zahmetli hayata katlanıyorlar fakat şen ve coşkun adamlardır. Dillerinden hiç türkü düşmez. Onun için Türklerle yaşamak isteyen öyle kederli, hülyalı insanlar olmamalı daima güler yüzlü olmalı.
Bundan başka temiz yürekli ve merhametli adamlardır. Çok defa gördüğüm; biz yemek yerken yanlarından bir fakir veya bir yolcu geçse onu derhal bizimle yemek yemeğe çağırıyorlar. Biz ise bunu asla yapmayız.”
*
Boğaz'dan geçerken füzeyi omuzlayan Rus asker günlüğüne ne yazacak kim bilir?
“Türkler çok hoş, zarif insanlar. Füzeyi sırtladığımda uzaktan fotoğrafımı çektiler. Beni çok sevdiklerini düşündüm. Belki de korktular, ne bileyim… Ben verilen görevi yerine getirdim sadece. Kötü bir niyetim yoktu. Kişisel algılamamışlardır sanırım… Yalnız kıyıdan bakanlardan birkaçı, bazı el kol hareketleri yaptılar. Ne anlama geldiğini bilemedim. Zamanında kız kardeşimle annem İstanbul'da çok para kazandı. Türklerin çok cömert insanlar olduklarını söylerler hep. Ben karaya çıkamadığım için bizzat göremedim. Belki bir gün turist olarak gelir, dolaşırım. Füzeyi gösteren bendim deyince ne yaparlar merak ediyorum.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.