Ali Eyvaz

Ali Eyvaz

Aborjin Türkler Ütopyası

Aborjin Türkler Ütopyası

Çeşitli mağduriyetlerin yaşanmasına sebebiyet veren vaktiyle gasp edilmiş birtakım hakların yeniden elde edilmesi karşılığında malıyla ve canıyla bedel ödemeyi göze almak yerine, bu hakların karşılığı olarak binlerce yıldır biriktirilip devredilegelmiş siyasi, tarihi ve manevi imtiyazların hayasızca imha edilmesi talepleriyle karşı karşıyayız.

Sümela Manastırı’nda Rumlara tanınan ayin imtiyazının aynısı Pazar günü Akdamar’da Ermenilere de tanınacak. Bu kadarını bile söylemek şimdi bazıları için “Canım ne var bunda. Seninki de Soğuk Savaş dönemi kafası” yollu artık ağızlarda çiğnene çiğnene sakız özelliğini de yitirmiş bir bayatlığın insanın suratına suratına çemkirilmesine fırsat olacak.

Daha yüz yıl öncesine kadar yerleşim merkezlerinde “müslümanlara saygısızlık olur” diye at sırtında bile dolaşamayan, “çan seslerimiz kilise duvarının dışına taşıyor mu yoksa” diyerek endişe edip duran adamların şimdi çoğunluğa, bol bulunabilirliğin alel âdeliğiyle mukabele etmesi, şu sıralar en azından tuhaf bile karşılanmıyor. Hatta kimileri bu adamlara az bulunur oldukları için mahallenin zengin şımarık çocuğu muamelesi çekmekten başka çaremizin olmadığını vazedip duruyorlar.

Böyle düşünenler şöyle bir kanaat geliştirdiler son zamanlarda: Harici ve dahili birçok tırpanlama sonucu her ne kadar mazideki gibi olmasa da yine iyi kötü kuyruğu dik tutma seremonisi içindeki halkımızı bu tutumundan da vazgeçirirsek o zaman karşılarına geçip kuyruk diktiğimiz kimselerle eşitleniriz.
Böylece eşitlenme üzerinden tanınmış hayatiyetleri sürdüğümüz zaman maceradan arınmış ve her türlü maddi ve fiziki haklarımızı elde etmiş ve “geçmişten ders çıkarmış mutlu yüzler topluluğu” olarak bu topraklarda kalabiliriz.

Eşitlenme üzerinden bir siyasi varoluşu ve bundan mürekkep bir serbestiyi reddeden insanların bu günlerde görüldükleri her yerde entelektüel bir linçe tabi tutuldukları inkar edilemez. Bu linçte ilk taşı atanlara ithafen şöyle bir ütopya kurmak gereği hasıl oldu.

***

Liberalleştirilme sürecine yönelik her bir itirazı soğuk savaş dönemi klişesiyle karşılayanların birincil konu mankeni olarak kullanıldığı son model ütopyamız Orta Anadolu çanağında geçiyor.
Bilhassa Kırıkkale-Kırşehir -Nevşehir-Kayseri hattı boyunca uzanan düzlükler. Kilometrelerce uzayan hususi çiftliklerde son derece bakımlı ve intizamlı üzüm bağları. Artık Güney Fransa’yı aratmayan bu çiftliklerde ırgat hayatı süren Anadolunun son yerli kabileleri, çiftlik sahiplerine zimmetli. Her biri izinsiz çivi bile çakılamayan yürüyen sit alanı gibi.
Orijinal özelliklerini kaybetmemeleri için bulgur ve ayran ağırlıklı günlük iaşeleri ve güvenlik hizmetleri muntazam. Otantik yaşam koşulları fazlasıyla sağlanmış. İsteseler de bunun dışına çıkamıyorlar.
Böylece Mehmet Altan’ın dikkat buyurduğu “trafik kazalarında can vermenin medeniyetsizliği” buralara uğramadığından, azami insani düzey tutturulmuş.
Bir zamanlar adına İstanbul denilen o uzak ve vahşi ülkenin on beş kişilik minibüslerine yirminci kişi olarak binebilme serkeşliği, sadece arkaik dönemlerin lacivert ve koyu yeşil fonunda çekilmiş dinozor filmlerinde nostalji tadında kalmış. Bu tür ölüm manzaraları, iyice yaşlanmış ve sakalı göbeğine varmış büyük guru Mehmet Altan’ın kabilenin çocuklarına anlattığı ürkünç eski zaman masallarındaki klişe korku figürlerine dönüşmüş.

Burada sadece kendi başına buyruk ölmek bir hak değil. Onun dışında her “doğal hak” tanınmış. Hatta folklorik yaşam biçiminin dışına çıkılmasını önlemek ve gelip geçen turistlerin akıl çelici tavırlarından ber’i olmak için “algıda aborjinlik” aşısı modern mikroplara karşı bağışıklık kazanılmış olmasına rağmen ne olur ne olmaz diyerekten sürekli uygulanıyor.

Çiftliğin günlük işleri, bağ bozumu, kendine iyi bakıp sağlıklı olmak, düzenli üremek, Orta Anadolu’nun son yerlilerine yakışır bir etnografik görsel şöleni gelen turistlerin hepsine sergilemek, bunu yaparken son derece mutlu olmak ve bunlar dışında hiçbir şey bilmemek ve düşünmemek…
Bunların dışında şeyler düşünmek ve hele de bilmek arkaik dönemlerin totalitarizmine özlem demektir ki zaten sistem böyle bir çılgınlığı son derece gelişmiş sigortaları vasıtasıyla önleyebilir.
Bu arada kendilerini gözlemlemek için gelen turistlerden ferrarisini satıp bilge olmaya karar verenlere “göklerden inen sahip guru” muamelesi çekmek de programın esaslı bir parçası.
Dışarıda böyle bir yaşam düzeyini tutturamadıkları için ruhlarına geçici esenlik bahşetmek isteyenlerden, sadece farklı lezzetler tadıp yoğun iş temposundan uzaklaşmak için kız arkadaşıyla buralara gelmiş olanlara kadar herkesin aradığını bulacağı yapay bir açık hava tekkesinin bütün gerekleri ve fonksiyonları mevcut.
Orta Anadolu’nun bu son yerlilerini görüp, onların geceleri tiz sesleriyle söyledikleri Neşet Ertaş türkülerini dinlemek ve topluca sulama barajı kenarlarında kaz gibi kollarını aça aça misket havası oynamalarına şahit olmak, savaşlardan ve çetin siyasi mücadelelerden yılmış modern dünya insanlarının en rağbet ettiği şeyahat paketi.
Hem modern parametrelerle hiç kirlenmeden yaşama imkanı bulan yerliler açısından, hem onları görüp “Bakın hâlâ insan atalarımız mevcut ve onlara dokunabiliyoruz üstelik” diyen yabancılar açısından herkesi mutlu eden bir Şark Meselesi Ütopyası huzurlarınızdadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Eyvaz Arşivi