Kur’an-ı Kerim İntifadası
Yeni haçlılığın, çağdaş emperyalizmin ve uluslararası siyonizmin İslâm’a karşı yürüttüğü savaşta İslâm’ın kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’i hedef alan son drece iğrenç ve çirkin bir merhaleye geçilmiş görünüyor. New York’taki yeni haçlı grubunun ardından Kudüs’teki siyonist katillerin Kur’an-ı Kerim’i yakmaları, sayfalarını yırtıp yerlere atmaları ve üstüne basmaları bunun ortak savaş olduğunu gözler önüne serdi. Bu iğrenç saldırılar zaten zikrettiğimiz üçlünün İslâm’a karşı son dönemde değişik taktiklerle yürüttüğü kesintisiz savaşın bir parçasıdır. Ben aylık Ribat dergisinin Ekim 2010 sayısı için yazdığım yazıda bu savaşın genel bir tahlilini yapmaya çalıştım. İnşallah dergide yayınlandıktan sonra kişisel web sitemizde de (www.vahdet.com.tr) yayınlanacak.
Bugün insanlığın dörtte birini oluşturan nüfusun kutsal bildiği ve inanç ilkelerinin ana kaynağı olarak gördüğü bir kitaba karşı böyle çirkin bir savaş yürütülmesi aşağılık, çirkefliktir. Bu çirkefliğe karşı İslâm âleminde Yüce Kur’an’ın onurunu savunma amaçlı eylemler başlatıldı. Ben şahsen bunu Kur’an-ı Kerim intifadası olarak isimlendiriyor ve devam edeceğini tahmin ediyorum. Türkiye’de de bu amaçla gösteriler, eylemler düzenleniyor. Daha da devam edecek inşallah. Kur’an-ı Kerim hepimizin ortak değeri ve onurudur. Onu savunma ve ona sahip çıkma amaçlı eylemlere de hep birlikte destek vermemiz gerekir.
Beni tanıyanlar, Allah’ın izniyle bu tür aktivitelerde yer aldığımı bilirler. Fakat bu günlerde bir yolculuk sebebiyle katılamıyorum. O yüzden kardeşlerimizin mazur görmesini rica ediyorum. İnşallah yolculuk sonrasında İstanbul’da düzenlenecek etkinliklerde birlikte olacağız.
Bir Katliamın ve Bir Sözde Barış Anlaşmasının Yıldönümünde
İki gün önce yani 16 Eylül tarihi Sabra ve Şatilla katliamının yıldönümüydü. Bu katliam 16 Eylül 1982’de Beyrut’un güneyindeki Filistin mülteci kamplarında siyonist işgalcilerin gözetiminde, Beyrut Kasabı olarak adlandırılan Ariel Şaron’un talimatıyla, Falanjist Milisler tarafından gerçekleştirilmiştir. Biz daha önce bu hadisenin yıldönümü münasebetiyle yazılar yazdık. Onun için katliamın ayrıntısıyla ilgili bilgileri burada tekrara gerek görmüyorum. Bu bilgileri kişisel web sitemizde bulabilirsiniz. Sadece bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Sabra ve Şatilla katliamının üzerinden 28 yıl geçti ve bu süre içinde siyonist katiller daha onlarca katliam gerçekleştirdiler. 31 Mayıs 2010 tarihinde de bütün insanlığın gözleri önünde Özgürlük Filosu’na saldırarak Mavi Marmara gemisinde dokuz insanımızı şehit etmek, 54 insanımızı da yaralamak suretiyle büyük bir katliam gerçekleştirdiler. Sabra ve Şatilla katliamı onların Deir Yasin katliamından bu yana hiç değişmediğini belgeliyordu. El-Halil katliamı Sabra ve Şatilla vahşetinden beri değişmediklerini gözler önüne serdi. Mavi Marmara katliamı el-Halil katliamından bu yana vahşi karakterlerini aynen koruduklarını, hiç mi hiç değişmediklerini gözler önüne serdi. Dediğim gibi aralarda daha nice vahşi katliama imza attılar. Kıyamete kadar da değişmeleri mümkün görünmüyor. Dolayısıyla onlarla masaya oturup da “barış” arayışı içine girenler tamamen abesle iştigal ediyorlar.
Dün yani 17 Eylül tarihi de Camp David Anlaşması’nın imzalanmasının yıldönümüydü. Bu anlaşma da 17 Eylül 1978 tarihinde imzalandı. Siyonist katiller bu anlaşmayı imzalayıp Mısır cephesini garantiye aldıktan sonra Lübnan’a yönelmişlerdi. Lübnan’ın karıştırılması, işgali, Sabra ve Şatilla katliamı gibi önemli bir vahşet Camp David Anlaşması’nın imzalanmasından sonra gerçekleştirildi. Bu olay siyonist katillerin “barış” diye bir niyetlerinin ve arzularının olmadığını, barış numarasını bir tarafı sağlama alıp diğer tarafa yüklenmek amacıyla kullandıklarını gözler önüne seriyordu.
Camp David Anlaşması’na şiddetle karşı çıkan FKÖ 1991 Madrid görüşmeleriyle siyonist katillerle masaya oturdu. Sonrasında muhtelif anlaşmalar imzaladı.
İşgalci siyonistlerle ilk anlaşmanın imzalanmasının üzerinden 32 yıl geçti. O tarihten bu yana daha nice anlaşma imzalandı. Fakat bu anlaşmalar vasıtasıyla, siyonist işgalcilerin gasp etmiş olduğu hakların geri alınması konusunda bir adım ilerlendiği söylenemez. Tam aksine bu anlaşmalar siyonistlerin gayrimeşru işgallerinin meşrulaştırılması için kullanılmıştır.
Şimdi de Abbas, Netanyahu’yla doğrudan görüşmeleri başlatarak yaptığı pazarlığı kamuoyuna “barış görüşmeleri” diye yutturuyor. Oysa bu bir barış değil siyonist devletin diplomatik alandaki yalnızlığını giderme ve Mavi Marmara katliamından sonra iyice bozulan imajını düzeltmede ona yardımcı olma çabasıdır. Bu görüşmelerin tamamen abesle iştigal olduğunu, hiçbir sonuç vermeyeceğini Abbas daha işin başında biliyordu ve bunu “hiçbir sonuç alamasam da görüşmelere gideceğim” sözüyle ima etmişti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.