Derin Devlet Çeteleri ve 'Türkiye’nin Yerli-Yabancı Düşmanları' Po

Derin Devlet Çeteleri ve 'Türkiye’nin Yerli-Yabancı Düşmanları' Po

CEMİYET halinde yaşayan insanoğlu; hayatının korunmasını, inandığı gibi yaşama imkanının sağlanmasını, malının, aklının ve neslinin muhafaza edilmesini arzu eden mükerrem bir varlıktır. Cemiyet hayatının devamının sağlanabilmesi için; siyasi, hukuki, iktisadi ve ahlaki hükümlere ihtiyaç vardır. Hevâlarını ve iktidar ihtiraslarını ilâh edinen devlet adamları ile cemiyet hayatını zehirleyen zalim politikayı birbirinden ayırmak mümkün değildir. Zalim siyasette; korkular, vehimler, şüpheler, insanların en tabii haklarını tahrip ve ekonomiyi zaafa uğratan çirkin fiiller ön plândadır. Adaleti hafife alan ve keyiflerini kanun haline getirmek isteyen zinde güçler, Türkiye’nin siyasi lugatına “Derin Devlet” tabirini sokmuşlardır. Son yıllarda kutsal bir şifreye dönüştürülen ‘Derin Devlet’ tabiri, Türk Dil Kurumu’nun yayınladığı “Türkçe Sözlük”te şöyle tarif edilmiştir:”Devletin çıkarlarını gözetip-kolladığı öne sürülen, göz önünde olmayan örtülü güç.”
Başta Ergenekon olmak üzere; Göktürkler, Sauna ve Atabeyler gibi, kendilerini ‘Derin Devlet’e nisbet eden silahlı çetelerin ortaya çıkması, siyasi atmosferin değişmesine vesile olmuştur. Zinde güçler, “Türkiye’nin iç ve dış düşmanları’ politikasını yeniden devreye sokmuşlardır. Ancak bu yeni bir hadise değildir. Osmanlı Devleti’nde İttihat ve Terakki Fırkası’nın iktidara el koyduğu tarihten bugüne kadar ‘irtica’ ve ‘bölücülük’ bu ülkenin sabit iç düşmanları haline getirilmiştir. Bunlara her dönem farklı iç düşmanların da eklendiğini söyleyebiliriz. Sabit ve konjönktüre göre değişen iç düşmanlarla birlikte, karşımızda oldukça zengin bir düşman kitlesi vardır. Şimdi ‘modern-ulus devleti yıkmak isteyen dış düşmanlar (AB ,ABD, İran vs) ile onların işbirlikçisi’ olan Ak Parti İktidarı, hedef tahtasına oturtulmuştur. Kızıl elma koalisyonu ( Ulusalcı akım) bu konuda son derece ‘üretken’ bir kafa yapısına sahiptir. Yazar Berat özipek “ Türkiye’nin İç ve Dış Düşmanları Neye Yarar?” başlıklı makalesinde, şu tesbitlerde bulunmaktadır:”ülkemizin neden bu kadar çok düşmanı var? Neden bütün dünya işini gücünü bırakmış bizi bölmek veya parçalamak istiyor? Onu bırakın, neden dış düşmanlarımız yetmezmiş gibi bir de bu kadar çok ve çeşitli iç düşmanımız var? Bu iç düşmanların seksen yıllık genç cumhuriyetimizi bölmeye çalışmaktan başka işi gücü yok mu? Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu son seksen dört yılda, bu soruları sormanın zamanı gelmedi mi? Daha doğrusu ‘birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz’ günler neden bitmiyor? çocukluğumuzdan beri ülkemizin ne çok düşmanı olduğunu öğrenerek büyüdük ama öğrendiklerimiz ne kadar doğru? Neden bu ülkede hep insan haklarının tanınmasından, korunmasından, devletin ihlal etmemesinden, muhtıra ve darbe geleneğinin ortadan kalkmasından, siyasetin vesayet altında olmamasından söz edildiğinde bu düşmanlar karşımıza çıkarılıyor? Bu düşmanlar ne zaman kahrolacak da bizler de diğer ‘medeni milletler’in sahip olduğu sivil ve siyasi hakları kullanabileceğiz? (..) Bu sorulara cevap ararken, ‘acaba bu iç ve dış düşmanlar meselesinde bir sakatlık var mı’ diye düşünelim. öyle ‘fazla’ veya ‘lüks’ de değil, sadece diğer toplumların kullandığı kadar bir özgürlük isteriz, ‘ülkemizin olağanüstü koşulları’ karşımıza çıkarılır. Din ve vicdan özgürlüğümüzü kullanmak isteriz, ‘irtica’ tehlikesi gerekçesiyle kullandırmazlar. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkımızı kullanmak için meydanlara çıkarız, izin almak gerekmediği halde ‘izinsiz gösteri’, ‘amacından saptırmak isteyenler var’ diye engellerler. Sivil Anayasa yapmak isteriz, ‘olmaz’ derler. Avrupa bizden ifade özgürlüğünü genişletmemizi ister, onu da ‘düşmanlıktan istiyorlar, onların asıl amacı başka’ diye yapmazlar. (..) Demokratik rejimlerde içeride düşman olmaz, dışarıda da fazla düşman aranmaz. Bugüne kadar çok defa bize düşman diye gösterilenlerin gerçekten düşman olduklarına inandık. Hatta düşman olarak gösterilen her kesim, düşman olmadığını anlatmaya çalışırken, aynı anda diğer bir kesimin düşman olduğuna inandı. Kısacası bu düşman masalı epeyce işe yaradı, her kesim ayrı bir düşman masalıyla uyutuldu. Artık uyanmak lazım. önce bugüne kadar bize düşman olarak gösterilenlerin neden düşman olduklarını ciddi olarak sorgulamakla başlayabiliriz. Yoksa üç tarafı denizlerle, dört tarafı dış düşmanlarla, iç kısımları ise çeşitli boy ve ebatta iç düşmanlarla çevrili ülkede, meşruluğunu toplumun rızasından değil, hayali düşmanlardan alan egemenlerle altlı-üstlü oturmaya devam edeceğiz.”

MAKYAVELİZM İDEOLOJİSİ VE SALTANAT İHTİRASI
Osmanlı Devleti’nde; Islahat Fermanı’nın ilânından sonra “Encümen-i Daniş” adı verilen bir müessese kurulmuştur. Bu müessese, batının aydınlanma felsefesini, siyaset anlayışını ve kültür değerlerini, Osmanlı toplumuna kazandırmakla vazifelidir. Encümen-i Daniş’te görev alan aydınların ve bürokratların, batı klasiklerinden tercüme ettikleri ilk eser Niccola Machıavelli’nin “Hükümdar” (Il Principe) isimli eseridir. O dönemde başlayan “Makyavelizm” ideolojisi, İttihat ve Terakki Fırkası’nın önde gelenlerini ve Cumhuriyet rejimini kuran kadroların tamamını etkisi altına almıştır. Niccola Machıavelli’ye göre “Devlet gücünü dinden değil, ulustan almak mecburiyetindedir.Devletin menfaatleri uğruna her türlü zorbalığa girişilebilir., her şey mübahtır. Meseleleri halletmenin iki yolu vardır. Birincisi: Hukuka uygun hareket etmektir. İkincisi: Kuvvet kullanmaktır. Birincisi ihsanlara, ikincisi hayvanlara mahsustur. Ancak birinci yol (hukuka uygun hareket etmek) çoğu zaman işe yaramaz. İkinciye başvurmak gerekir. Bu sebeble iktidar sahipleri; hem insanlara, hem de hayvanlara mahsus olan şeyleri iyi kullanmalıdırlar. Politika hayatı ile özel hayatın ahlaki ölçüleri birbirinden farklıdır.”

Makyavelizm ideolojisi, İttihat ve Terakki Fırkası’nın liderleri tarafından ‘amentü’ gibi benimsenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında Prağmatizm ideolojisini savunan John Dewey’e “Türk Maarif Sistemi”nin nasıl olması gerektiğine’ dair bir rapor hazırlattırılmıştır. (Yıl: 1924) John Dewey’in hayranı olan bürokratlardan Avni Başman ile William James’in “Prağmatizm” isimli eserini elinden düşürmeyen M. Emin Erişirgil’in gayretleri sonucunda, eğitim sisteminde paragmatizm ön plâna çıkarılmıştır. Muasır medeniyet (çağdaş uygarlık) adına hazırlanan eğitim proğramları; prağmatik zihniyete sahip olan bürokratları ve “Hikmet-i Hükümet” felsefesini ön plana çıkaran politikacıları yetiştirmiştir. Prağmatizm ideolojisine göre. “İnsana pratik hayatta faydası olan şeylere hakikat denilir. İnsanoğlu bugün elde edebildiği hakikatlleri ile (günlük menfaatleri) yetinmek ve birgün sonra dünün hakikatlerine batıldır demeye hazırlıklı olmak zorundadır.” Türkiye’deki prağmatik zihniyeti en güzel şekilde ifade eden slogan şudur:”Dün dündür, bugün bugündür” Bu sloganı yıllar önce kullanan politikacı da eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel’dir.

Türkiye’nin siyasi kültüründe makyavelizm’in ve prağmatizmin önemli bir yeri vardır. Modern-ulus devlet, demokrasi, laiklik ve siyaset adına piyasaya sürülen bütün iddialarda, bu iki ideolojinin etkisini görmek mümkündür. Şimdi geçtiğimiz mart ayında yaşanan hadiselere ve değişik açılardan tartışılan meselelere kısaca değinelim.

HAİN VE İç DüŞMAN TARTIŞMALARI
Türkiye’nin Kuzey Irak’a yaptığı sınır ötesi harekât, ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in ziyaretinden sonra durdurulmuş ve geri çekilme işlemi başlamıştır. CHP’nin ve MHP’nin, bu zamanlamaya itiraz, ettikleri malûmdur. Bu itiraz tartışmaları beraberinde getirmiştir. Genelkurmay, Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın “ABD etkisini ispat etsinler, üniformamı çıkarırım” sözlerinden ikna olmayan ve eleştirilerini sürdüren siyasilere ağır bir dille cevap vermiştir: “Bu saldırılar, TSK’nın terörle mücadele azmine hainlerden daha fazla zarar vermektedir.”

CHP’nin sözcüleri ‘Atatürk’ün kurduğu parti’nin Türkiye’ye hainlerden daha fazla zarar verdiğini hiç kimse söyleyemez’ diyerek, tartışmayı farklı bir boyuta taşımışlardır. CHP Meclis Grubu’nda konuşan Baykal ise “Görevi siz mi veriyor ve denetliyorsunuz?” diyerek kendisini eleştiren Büyükanıt’a cevap vermiş ve şöyle demiştir: “Elbette konuşacağım. Ben milletin vekiliyim, tezkerede milletin iradesi vardır. Harekâtın noktalanması, bize göre sürpriz olmuştur. ABD Savunma Bakanı, önce Avustralya’da, sonra Yeni Delhi’de “Türkiye operasyonu kısa tutmalı” talimatını vermiştir. (..) ABD savunma bakanı Türkiye’ye geldi, niçin? Ne yaptı, kaç saat kaldı? Dört görüşme yaptı. Perşembe günü görüşmeler oldu, cuma harekât bitti. Bunu dünya, Kürt Dışişleri Bakanı Zebari’den öğrendi.”

Genel Kurmay Başkanlığı ile muhalefet partileri arasında cerayan eden “Hain ve İç Düşman” tartışmaları devam ederken; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın “Ak Parti’nin Kapatılması’ için Anayasa Mahkemesine başvurması, Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşmüştür. Başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmak üzere; Başbakan Tayyip Erdoğan, TBMM eski başkanı Bülent Arınç ve bazı bakanlar için “beş yıl siyaset yasağını” gündeme getiren iddianamenin, değişik açılardan tartışıldığı malumdur..

Makyavelizme ve prağmatizme iman eden sivil ve asker bürokratların; (zinde güçlerin) 28 Şubat süreci’nde, iç ve dış düşman tasnifini ön plâna çıkardıkları ve Türkiye’yi yangın yerine çevirdikleri malûmdur. Dünyada ne kadar resmi ideolojiyi esas alan totaliter-despotik varsa, kendisini meşrulaştırmak için mutlaka bir ‘düşman’ bulmakta, eğer bulamazsa icat etmektedir. Düşmanın kim veya kimler olduğuna, her ülkenin kendine özgü şartları çerçevesinde suyun başında bulunanlar tarafından karar verildiğini gizlemenin bir anlamı yoktur. Düşmanın korkunçluğu da onların hayal gücüne bağlı olarak değişmektedir. Rejimin sağladığı imkanlardan istifade edenler, düşman paranoyasından beslenmekte, bir süre sonra kendi uydurdukları yalana kendileri de inanmaktadırlar. Bazen de düşman olarak belirlenen ve sürekli olarak üstüne gidilenler, zaman içinde gerçekten düşman haline gelmektedirler.

Türkiye’de bazı sivil ve asker bürokratların, kendilerini "devletin sahibi ve efendisi" gibi görme hastalığına tutuldukları malumdur. Maziyi özlediklerini gizlemeyen ve tek partili ‘altın çağa’ dönmek için her fırsatı değerlendiren bürokratlar, Türkiye'nin siyasi krize sürüklenmesini arzu etmektedirler. Köylülerin şehir merkezlerine sokulmadığı, hatta tahkir edildiği ‘eski güzel günleri’ (tek şeflik dönemini) hasretle anmakta ve ‘cumhuriyetin kazanımları elden gidiyor ’ yaygarasını ön plâna çıkarmaktadırlar. Yıllardır “Türkiye’nin yerli-yabancı düşmanları’ şifresini kullanan derin devlet çeteleri; egemenlik ihtiraslarını tatmin etmek ve imtiyazlarını koruyabilmek için, ellerinden gelen gayreti sarf etmektedirler. Ancak temel hedeflerine ulaşmaları mümkün değildir. Zira tarih boyunca; hak ile batılı birbirine karıştıran ve hevâlarını ilâh edinen müstekbirler hezimete uğramışlardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi