Devletin Varlık Sebebi, Adalet ve İnsanlığa Hizmet

Devletin Varlık Sebebi, Adalet ve İnsanlığa Hizmet

Mücerred anlamda bir hukuk kurumu olan devletin varlık sebebini, insanlığa hizmetle sınırlandırmak mümkündür. Tarih boyunca adaleti hafife alan ve hukukun üstünlüğünü kabul etmeyen devlet adamları; zulmün yayılmasına vesile olmuşlardır. Bütün peygamberlerin, bu keyfiyete haiz olan tağuti iktidarlara karşı mücadele verdikleri malumdur. İnsanları kayıtsız şartsız kendilerine itaate çağıran ve hevâlarını ilâh edinen devlet adamlarının, hukuka ihtiyaçları yoktur. Kendi dünya görüşlerini ve menfaatlerini korumak için, bütün imkânlarını seferber edebilirler. Modern-ulus devletlerin liderlerinin, kuruluş yıllarında ön plâna çıkardıkları ideolojilerini, münzel kitaba dayanan bir din gibi dayatmaları mümkündür. Bu ideolojilerin, adalete ve hukuka uygun olması şart değildir. Meseleyi izah edebilmek için ‘Adalet’ ve ‘Hukuk’ kavramları üzerinde kısaca durmakta fayda vardır. Adalet, doğruluğu zihinlerde kesinlikle yer etmiş, sâbitleşmiş olan şey demektir ki; doğru olmak, güzel davranışlarda bulunmak, batıl olan hükümlerden uzaklaşmak ve hakikate teslim olmak gibi zengin bir anlam bütünlüğüne haizdir.(1) Diğer bir tanımla adalet, zulmün zıddı, insaf, hakkaniyet, herkese hakkını vermek, hakka ve hukuka uygun olmak, zulüm ve eziyetten uzaklaşmak ve hakikate uygun amellerde bulunmak gibi manâlara gelir. İslâm fıkhına göre adalet, insanların birbirleriyle olan münasebetlerini ve iktidar sahipleri ile insanların ilişkilerini Allah’ın indirdiği hükümlere göre düzenlemektir. Dolayısıyla Allahü Teâla’nın (cc)’nın her emrini, emrettiği gibi yerine getirmeye adalet denilir.(2)
İslâm fıkhı'na göre; muhkem nasslar ile sabit olan ve bütün insanları ilzam eden hükümler adaletin kaynağıdır. Lugat âlimlerinden İmam Râgıb el İsfehânî adaleti iki kısma ayırmıştır: Birincisi, aklı selimin kendisi hakkında her zaman için güzel ve iyi olduğuna hükmettiği şeydir. Bu durumda hiç bir zaman adâlet geçerliliğini yitirmez ve hiçbir şekilde haddi aşmak gibi bir sıfatla vasıflanamaz. “Sana iyilik edene iyilik etmen, sana eziyet edene zulmetmemen gerekir” sözünde olduğu gibi. İkincisi:, Allahû Tealâ’nın (cc) indirdiği hükümler sayesinde bilinen adalettir.(3) Adalet ile birlikte ele alınması gereken, “Hak” kavramı üzerinde de durmakta fayda vardır. Hak kelimesi Arapça olup, lûgatlarda “yâkin, sabit, hakkında şüphe bulunmayan şey, hüküm, kaza olunmuş iş, adalet, İslâm, hisse ve fasıl” gibi manalara gelir. Usul ulemâsı:”İslâm fıkhında her bakımdan sabit ve şüphesiz bir mahiyette mevcut olana hak denir” (4) tarifini esas almıştır. İbni Abidin: “Hukuk kelimesi, hak kelimesinin çoğuludur. Hak lûgatta batılın zıddıdır.” (5) diyerek bu inceliğe işaret etmiştir.
İslâm’ın temel hedeflerinden birisi de adaletin sağlanmasına vesile olmaktır. Adalet, Allahû Teâla (cc)’ya iman ve teslimiyet ile ilgili bir kavramdır. Kur’anı Kerim’de “And olsun ki, biz peygamberlerimizi açık belgelerle gönderdik ve insanların adaleti ayakta tutmaları için beraberlerinde kitabı ve mizanı da indirdik”( El Hadid Sûresi: 25) hükmü beyan buyurulmuştur. Adâletin ihyasından (ayakta tutulabilmesinden) maksad; Allah’ın (cc) indirdiği ve razı olduğu hükümlerle amel edilmesidir. Bu tesbitten sonra, adaletin ihyasına engel olan ve hukuku ortadan kaldıran fiillerin keyfiyeti üzerinde durmakta fayda vardır.
Devlet adamlarının hevâlarını ilâh edinmeleri, adaletin gerçekleşmesinin önündeki en büyük engeldir
. Arapça olan hevâ kelimesi, değişik keyfiyetleri ifade için kullanılan bir kelimedir. Sözlükte hevâ, yukarıdan aşağıya şahinin inişi gibi hızlı süzülüp inmek, fırlamak, rüzgâr gibi esmek, batmak ve kabın boş olması gibi manâlara gelir. Nefsin şehvete ve kötü isteklere eğilimi, keyfe düşkünlüğü, boş kuruntu ve insanı doğruluktan saptıran kötü duyguları ifade için kullanılır. Bazı İslâm âlimleri ‘hakkı inkâr edip, nefsi emmarenin şehvetlerine tabi olmaya hevâ denilir’ şeklinde tarif etmişlerdir. Hevâya tabi olmak; insanın hidayetten uzaklaşmasına, amellerinde zulüm, cevr ve bağy etmesine sebeb olur.(6) Cemiyet hayatında adaletin gerçekleşmesine engel olan ve gözle görülmeyen bazı unsurlar da vardır. Bunları hased, kin ve düşmanlık duygusu olarak ifade etmek mümkündür. Bu duygular öfkeyi ve kızgınlığı beraberinde getirir. Adaletin sağlanmasına engel teşkil eden bütün hastalıklarların, fesadın yayılmasına vesile olduğunu söylemek mümkündür. Nesep ve sebeb asabiyetine (taassubuna) kapılan toplumlar; adaleti değil, kendi küçük menfaatlerini ön plânda tutarlar.
Kur’an’ı Kerim’de: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletten uzaklaştırmasın. Adaletli olun. Bu takvaya daha uygundur. Allah’a isyandan sakının, Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.” (El Mâide Sûresi: 8) Dikkat edilirse “...bir topluluğa (inancından, etnik kökeninden veya diğer sebeblerden dolayı) duyduğunuz kin, sizi adaletten uzaklaştırmasın” emri verilmiştir. Buradaki emir, umumî bir beyandır. Allah Teâlâ (cc) haklarında hüküm verilecek veya şahitlik edilecek insanlar hakkında dikkatli olunmasını ve adalete riayet edilmesini emretmektedir. Daha açık bir ifadeyle hased, kin veya başka duyguların tesirine kapılmadan, adalet ve insaf ile hükmedilmesi farz kılınmıştır.
Son yıllarda laiklik ideolojisini keyiflerine göre yorumlayan, İslam fıkhı'nı hafife alan politikacılar ve bürokratlar, insanların ‘vicdani değerlerine’ sığınmak zorunda kalmışlardır. Bu değişimin getirdiği seküler tercihler, her alanda kendisini hissettirmektedir. Mahkeme koridorlarını savaş meydanına çeviren insanların ‘vicdansız olduklarını’ söylemek mümkün müdür? Kalbe mahsus olan vicdani hükümlerin; hem ahlâkın, hem hukukun delili olduğunu iddia edenler, laik yargı sisteminin niçin iflas ettiğini açıklamak zorundadırlar. Asırlarca “şeriatın kestiği parmağın acımayacağını” savunan insanların, mahkeme koridorlarını savaş alanına çevirdikleri görülmektedir. Hukukun üstünlüğünü esas almayan ve adil yargılama sistemini felce uğratan bir devletin, varlık sebebine bağlı kaldığını iddia etmek mümkün mü dür ? Mütefekkir İbn-i Haldun "Mukaddime" isimli eserinde; "devletin zevâlini, hukukun ve ahlâkın zaafa uğraması" ile açıklamıştır. Müslümanların adaletin gerçekleşmesine engel olan halleri iyi tesbit etmeleri ve bunları ortadan kaldırmak için gayret sarf etmeleri zaruridir.
__________________

(1) İbn Manzur- Lisanû’1Arab- Beyrut: 1984 C:11 Sh: 431.
(2) İmamı Şafii -Er Risale -Kahire: 1979 ( 2 bsm) Sh: 25 Madde: 71.
(3) İmam Ragıp El İsfehânî - El Müfredat- Beyrut: 1992 Sh: 551.
(4) İmam Abdülaziz El Buhari -Keşfû1 Esrar- İst: 1308 C: 4 Sh: 134.
(5) İbni Abidin- Reddul Muhtar Ale’d Dürri’l Muhtar İst: 1984 C: 11 Sh: 164.
(6) İmamı Kurtubi- Ahkâmû’l Kur’an- Kahire: 1967 C: 5 Sh: 412.




Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi