Modern yalanların kaynağı olan kelimeler ve kavramlar
BüTüN devlet adamlarının, politikacıların ve aydınların dillerinden düşürmedikleri bir slogan vardır:”Terör ve işkençe, bir insanlık suçudur” İstisnasız bütün insanlar tarafından kabul edilen bu hakikate rağmen; kimi ülkeler kendi vatandaşlarına, ABD ve İsrail gibi devletler de işgal ettikleri ülkelerde yaşayan insanlara ‘devlet terörünü’ uygulamaktadırlar. Dünyada yaşanan terör hadisesinin keyfiyetini, devlet-insan münasebetlerini ve insanların birbirleri ile olan beşeri münasebetlerini izah edebilmek için kelimelere, Terimlere ve kavramlara ihtiyacımız vardır. Bilim adamlarının “Anlaşma maksadıyla kullanılan işaretler ve sesler sistemi” şeklinde tarif ettikleri dil, Allah’ın (cc) insanlara bahşettiği bir nimettir. Bütün dillerin, kelime, kavram-terim ve ıstılahlardan meydana geldiği malûmdur. Politikacıların siyasi keyfiyete haiz bir kelimeyi veya kavramı ısrarla kullanmaları, ifade etmeye çalıştıkları keyfiyetin “gerçek” olduğunun delili değildir. Siyasi kavram haline getirilen bir kelimenin, izafi ve mücerred bir anlayışı ön plâna çıkarması mümkündür. Bu keyfiyeti, maddeler halinde izaha gayret edelim. Birincisi: Modernizmi esas alan bir devlet; BM İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan ‘din ve vicdan hürriyeti’ni, lâiklik adına ve kendi şartlarını bahane ederek değiştirebilir. Meselâ: İbadet mekanlarını ‘devlet dairesi’, din adamlarını ‘devlet memuru’ haline getiren bir ülkenin “Laikliği” esas aldığını söylemesi (Türkiye’de olduğu gibi) mümkündür, ama bu gerçek değildir. İkincisi: bir kelimenin veya kavramın çok kullanılıyor olması, onunla ifade edilen halin önemli olduğu anlamına gelmez. Meselâ: Emperyalist ihtiraslarını tatmin için yeryüzünü kana bulayan ABD ve müttefikleri; ısrarla ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ kelimelerini kullanmaktadırlar. Uluslararası hukuku ortadan kaldıran, önce Afganistan’da, sonra Irak’ta binlerce masûm insanı öldüren, Guantanamo ve Ebu Gureyp cezaevlerinde sivil insanlara işkence eden ABD’nin “İnsan Hakları”, “Demokrasi” ve “özgürlük” gibi kelimeleri kullanmasının bir önemi var mıdır? üçüncüsü: Devlet adamları veya Politikacılar; bazı kelimeleri ve kavramları, kendi siyasi ihtiraslarını tatmin için kullanabilirler. Meselâ: Türkiye’de küçük yaştaki çocukların Kur’an-ı Kerim’i okumalarını yasaklayan veya Allah’ın (cc) emri olduğu için başlarını örten kadınlara “İkinci sınıf vatandaş” muamelesi yapan politikacılar, seçim meydanlarında ‘din ve vicdan hürriyetini’ savunmaktadırlar. İslâm’a olan düşmanlıklarını gizleyen ve medyaya hakim olan sebataist-avdeti aydınların, jakoben-ateist laiklik anlayışını “resmi ideoloji” haline getirmeye gayret ettiklerini gizlemenin bir anlamı yoktur. Lozan Anlaşması’nda; Osmanlı ‘millet sistemi’ni’ dikkate alan ve gayr-i müslimlere azınlık statüsünü tanıyan Türkiye Cumhuriyeti, çoğunluğu teşkil eden müslüman vatandaşlarının haklarını ‘laiklik’ adına tahrip etmeye başlamıştır.
Son yıllarda ‘Küreselleşme’ ve ‘Evrensel Hukuk’ kavramları piyasaya sürüldüğü malûmdur. Küreselleşme kavramı; hedefleri, vasıtaları ve neticeleri üzerinde anlaşma sağlanamayan muğlak bir kavramdır. Bazılarına göre bu kavramı ilk defa Kanadalı Sosyoloji Profesörü Marshall Mc Luhan ‘Global Köy’ teorisini izah ederken kullanmıştır. Bazı sosyoloğlara göre ‘Küreselleşme’ kavramı, soğuk savaş döneminden sonra Harvard, Stanford ve Columbia gibi üniversitelerde kullanılmaya başlanmış ve yine bu ilim çevrelerinde popüler bir kavram haline getirilmiştir. Haberleşme teknolojisindeki gelişmelerin, dünyayı küçük bir köy haline getirdiğini, bu anlamda bir küreselleşmenin yaşandığını söylemek mümkündür. Son yıllardasiyasi ve iktisadi krizlerle başbaşa kalan Türkiye’nin, küreselleşmenin ortaya çıkardığı problemleri çözmesi kolay değildir. Türkiye, kelimenin tam anlamıyla bir yol ayırımına gelmiştir. ABD’nin menfaatlerini savunan veya AB’nin siyasi hedeflerine hizmet eden bazı aydınlar, ısrarla ‘Evrensel Hukuk’ kavramını kullanmaktadırlar. Aklı esas alan, bilime ve insanların ihtiyaçlarına göre şekillenen modern kanunların, ‘Evrensel Hukuk’ vasfına haiz olması imkansızdır. Münzel kitaba dayanan ve bütün insanları kendi nizamına davet eden dinlerin; müşterek bir hukuk sistemini ortaya koyamadıklarını (farklı mezheplere ayrıldıklarını) dikkate aldığımız zaman, aydınların ‘Evrensel Hukuk’ kavramını kullanmalarının saçma olduğunu söyleyebiliriz.
Küreselleşme, evrensel hukuk ve global ekonomi gibi kavramlar; ABD’nin ve AB ülkelerinin bütün değerlerini, hiç sorgulamadan kabul eden müstekbirlerin kurduğu bir tuzaktır. Vahşi kapitalizmin ve haberleşme teknolojisindeki gelişmelerin zaruri sonucu olarak ortaya çıkan küreselleşme, yeryüzünde fesadın yayılmasına sebeb olan bir felâkettir. Dünyayı kendi yönettikleri bir süpermarket haline getirmeyi planlayan çok uluslu şirketlerin sözcüleri, bu sihirli kavramları, silah gibi kullanmaktadırlar. Nizam-ı âlem idealinin keyfiyetini kavrayan, hikmete tabi olan, iyiliklerin yayılması ve kötülüklerin önlenmesi için gayret sarfeden insanların, modern yalanlara karşı dikkatli olmaları gerekir.