Özal, Erdoğan ve değişim iradesi...
1992-93 arasındaki siyasi tartışmalarda en çok 'sistem tıkandı, değişim-dönüşüm gerekiyor' vurgusu yapılıyordu. Cumhurbaşkanı olunca statükonun kilidini çözeceğini uman Turgut Özal, bu dönemde tam bir hayal kırıklığı yaşamış, değişimin hiç de tahmin edildiği kadar kolay olmadığını görmüştür.
Çok iyi hatırlıyorum, Özal kendisi bu tartışmalara öncülük ediyor, paneller yaptırıyor, akademisyenlerin, medyanın değişim tartışmalarına ağırlık vermesini sağlamaya çalışıyordu. Ona göre Türkiye sanal gündemler yerine gerçek meselelere odaklanmalı, gündelik meseleler yerine daha köklü meselelere eğilmeliydi. Sistemden kaynaklanan sorunların çözümü, ancak sistemin rehabilitasyonuna bağlıydı. Sistem dönüşmeden, zihniyet değişmeden Türkiye 'çağ atlayamaz'dı. Özal, adeta bir paradigma değişikliği öngörüyordu. Sistemin başına geçmenin sistemin arızalarını gidermediğini anladığı için, meseleyi topluma mal etmek, çok geniş kesimlerin sahiplenmesini sağlamak, büyük bir değişim iradesi ortaya çıkarmak istiyordu. Maalesef olmadı. Özal'ın vefatı, sadece değişimin hızını kesmedi, önceki yıllardaki kazanımları da eritmeye başladı.
1993-2003 arası, Türkiye için bir 'fetret dönemi', bir 'kayıp dönem' oldu.
2003'den siyasete ağırlığını koymaya başlayan AK Parti iktidarı, adeta değişim sürecini yeniden başlattı. Önüne çıkartılan tüm engelleri bir bir aşarak demokratik reformları hayata geçirmeye başladı. Sadece kendisinden önceki 10 yılın kaybını değil, heba edilen onlarca yılın kayıplarını telafi etmeye çalıştı. AK Parti demokrasiye güç verdikçe siyaset normalleşmeye, sistem rehabilite edilmeye başladı. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ilk dönemi bir yandan reform ve icraat yaptığı, diğer yandan statükoyla kıran kırana mücadele ettiği bir dönem oldu. Her türlü engellemeye, ayak oyununa, kirli tezgaha rağmen, hükümet yolunda yürümeye devam etti.
AK Parti'nin ikinci dönemi ise yüksek siyasete soyunduğu, kronik meselelere el attığı bir dönem oluyor. Demokratik Açılım ile Kürt meselesinin üzerine gidilirken, yargı ve bürokrasiye karşı hamlelerle siyasi iktidarı, gerçekten muktedir yapmaya çalışıyor. Asker-sivil ilişkileri giderek normalleşiyor, iktidar-muhalefet-medya-STK ilişkileri giderek daha sorunsuz hale gelmeye başlıyor.
Son halkoylamasında milletin onayını alan anayasa değişikliği, hükümetin yüksek siyaset tarzının toplumsal karşılık bulduğunu gösteriyor. Şu an hükümetin önündeki en büyük mesele yeni anayasayı en geniş katılımla yapmak, terörü ve Kürt meselesini hal yoluna koymaktır. Görünen odur ki, bugünkü şartlar devam ettiği takdirde AK Parti bir dönem daha iktidarını sürdürecektir. Sadece AK Parti değil, Türk siyasal sistemi açısından en hayati mesele üçüncü AK Parti döneminin olup olmayacağıdır. Önümüzdeki genel seçimler, değişimin tarihi nitelikte hız kazandığı bir dönemi başlatabilecektir.
Son dönemde gördük ki, kendi iç meseleleriyle uğraştığı ve birbiriyle boğuştuğu halde, Türkiye bölgesel bir güç olmaya başlamış, dünya çapında kendisinden söz ettirmiştir. Eğer AK Parti bir dönem daha iktidar olur ve değişimi-dönüşümü sürdürürse, bu dönem, Türkiye için altın yıllar olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.