Sanat İçin Basılanlar Kulübü şimdi de Kusturica için seferber oldu
Türkiye’de “kültür ve sanat faaliyetlerinde bulundukları için basılanlar” diye bir topluluk türedi. Bunlar, halkın bir şekilde tepki gösterdiği bütün sanat etkinliklerinde vardırlar. O etkinliklerde fiziki varlıkları mümkün olmasa bile mânâ olarak baş köşeye yerleşirler. Mesela Tophane baskını sırasında orada olmayan Bedri Baykam’ın da sanat galerilerinin açılışı sırasında orada bulunduğu zannedildi değil mi? Aslında yoktu ama “basılmış bir sanat etkinliğinde Bedri Baykam’ın olmaması düşünülemeyeceğinden” Bedri Bey’e de fahrî olarak “orada olanlar” beratı verilmiş oldu.
Bir bakarsınız İdil Biret’in Topkapı Sarayı’ndaki konserinin basılması olayında, bir bakarsınız Tophane’deki olaylı sanat galerisi açılışında, bir bakarsınız silahların gölgesi altında Mardin’de gerçekleştirilen medrese defilesinde bu tipler başköşede müdafi olarak yerlerini alırlar.
Bu adamların sanat bakımından hangi yaprağı harekete geçirdikleri ise hiç bilinmez. Bunların Türkiye’deki üstad-ı azamı herkesin malumu Zülfü Livaneli’dir. Onu Bedri Baykam, Fazıl Say, şarkıcı Çelik vs. izler. Adamların hem on parmağında on marifet vardır, hem de “sosyal sorumluluk” gereği sürekli siyasi mesajlar vererek, içinde bulundukları kısır ve cahil sınıftan bu mesajlarla sıyrıldıklarını düşünürler. Aslında hem sınıflarının olanca nimetinden yararlanırlar, hem de o sınıfı müdafaa ederek sahip olamayacakları siyasi meziyetleri ve kendileriyle uzaktan yakından alakası olmayan dünyanın en saygın misyon sahibi sanatçılarını tekellerinde tutma kabiliyetini gösterirler.
Eskilerin bir temizlik sitayişi olan “abdestsiz yere basmaz” nitelendirmesine benzer biçimde “sanat ve kültür faaliyetsiz nefes bile almayız” diyen bir züppe zevat, “su içine yılan bile dokunmaz”a benzer bir ayrıcalık ve hatta günahsızlığın kendilerine bahşedilmiş olduğunu vehmederler. Bu bakımdan sadece sanatın ve kültürün değil sokağın da ortasına yapsalar, insanların bir hikmet beklentisiyle b..k’larında boncuk aramalarını umarlar. “Sokağın ortasına bevl etmek de ne oluyor kardeşim, çek arabanı” diyen yürekli bir adama ise “Vayyy demek bana kastın var! Bana kastı olanın sanata kastı vardır, sanata kastı olanın yatacak yeri olmamalıdır” diye gözü dönmüş bir linç hareketine oracıkta başlayıverirler.
Şimdi bunlara bir de hariçten Kusturica eklendi. Onun da on parmağında on marifet var; hem yönetmen, hem edebiyatçı, hem müzisyen, hem o, hem bu. Bir de dağınık saçlar, kısık gözler, burun havada, göğüs önde… Bu tiple hem cahil solcuları hem kompleksli İslamcıları aynı anda avlayabilirsin. Nitekim adam 2 ay önce Bursa’da Ak Partili Belediye’yi, iki ay sonra Antalya’da CHP’li Belediye’yi kafalıyor.
Öyle ki misafir olarak geldiği ülkede sırf tepki gördüm diye ülkenin Kültür Bakanı’nı “düşman” bile ilan etti. Buna karşı o bakan ise adeta suç işlemiş çocuk gibi “Ortada bir yanlış anlaşılma var” diyebildi sadece.
****
Paul de Man veya Richard Wagner’in Yahudi aleyhtarı olmaları yüzünden maruz kaldıkları yüz yıllık siyasi ve entelektüel boykot malumdur. Üstelik Wagner, Kusturica’ya oranla kıyas kabul etmez üstünlükte bir adamdır. Onun ortaya koyduğu sanata en man kafalı Yahudi bile şapka çıkartır. Ancak o Yahudi, Wagner’in Nazizm’in Almanya’da iktidara gelişinden yıllar önce dünyaya veda etmiş olduğuna bile bakmadan, Hitler’in sırf Wagner hayranı olması ve birkaç siyasi yazısında Yahudileri eleştirmesi yüzünden Wagner’in İsrail’de icra edilemez oluşuna katkı yapmayı sürdürür.
Dünyada kimse de çıkıp İsrail’i ve Yahudileri bu “bağnaz” tutumlarından ötürü suçlamaz.
Edward Said, buradaki çifte standardı göstermek için Salman Rüşdi’ye dikkat çekiyor ve İslam’ın bütün değerlerine küfreden bir adamın “İslam dünyası tarafından bağrına basılmıyor oluşunun” Batı’da başlı başına bir kara propaganda olarak kullanılmasına vurgu yapıyor.
Şimdi bırakın dünyayı, Türkiye’den “Kusturica’yı niye bağrınıza basmıyorsunuz ulan” diyerek ağzı köpüren adamlar çıkıp meydan okuyor.
****
Önce Boşnaklığını, ardından Müslümanlığını reddedip, Ortodoks Hıristiyanlığı seçen Kusturica, eğer Sırp bir ana ve babadan dünyaya gelmiş, Sırp milliyetçiliği gereği Miloseviç’in yanında yer almış olsa idi, son derece düşük sanat kabiliyeti bakımından değil ama ait olduğu milletin müdafaası şerefine Wagner’in konumunda olurdu. Ancak vaziyet böyle değil. An itibariyle kendisi sadece basit bir haindir.
Yalnızca binlerce Bosnalı kadının ve çocuğun kanına değil; atalarına, hatıralarına, evinin kapı kolundan çocukluğunda koşturduğu sokağın çakıl taşlarına, yediği elmalı şekerden Boşnak böreğine kadar her şeye ihanet etmiştir. İhanetin “özeleştiri” ve “yüreklilik” sayıldığı bir zaman diliminde yaşıyor olmak, tarih önünde bu utancı hafifletmeyecektir.
Şimdi onu kayıran birileri, gelecekte düşecekleri yeri imar etmeye uğraşmaktadırlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.