Tek yol entegrasyon
Bir insan, bir adam, bir gazeteci ya da bir yayın yönetmeni, her kim olursa olsun; ülkenin her türlü psikolojik savaş aracıyla baskı altında tutulduğu, post-modern diye tanımlanan bir darbenin gerçekleştiği bir dönemde, varını yoğunu, köşesini kalemini, velhasıl her şeyini bu baskı dönemini aklamaya, alkışlamaya, pohpohlamaya, meşru kılmaya adayıp, arkasından ‘Herkes beni 28 Şubatçı biliyor, meğer ben de 28 Şubat’ın mağduruymuşum’ diyebilir mi?
Diyebilir, çünkü onun adı Ertuğrul Özkök’tür. Daha fazla söze de hacet yok, burada nokta koyup gerçek gündeme bakalım.
***
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son Suriye ziyareti, Türkiye’nin kendisini de içine alan sorunlar yumağını, geniş bir alanda ele alma hamlesinin bir devamı aslında. Bu bakımdan ne sürpriz, ne de ani bir ziyaret sayılmamalı.
Ziyaretin gündeminde iç içe geçmiş ve her biri diğerini besleyen/etkileyen/tetikleyen sorunlar vardı. Kuşkusuz ziyaretin merkezinde terör ya da daha geniş ifadesiyle Kürt sorunu yer aldı ve bu konuda önemli bir sürecin başladığını da kaydedebiliriz.
12 Eylül 2010 referandum sonuçları, Türkiye’de halkın geniş bir kesiminin, her türlü yalan yanlış bilgilendirmeye, ağır tahrike ve ‘bölünme’ senaryolarına rağmen, Kürt meselesi gibi ayağına bağ olan sorunların çözümünde siyasi iradeye ciddi bir kredi tanıdığının ifadesiydi. Siyaset kendisine verilen bu desteği, en kısa zamanda, cesur ve büyük adımlarla değerlendirmek zorunda.
Türkiye-Suriye ilişkilerinin yakın geçmişi malum. Terörden canımızın çok yandığı dönemlerde bu ülkeyle ilişkilerimizde ciddi gerginlikler yaşadık. Hatta sınır ötesine ‘gerekirse savaş’ mesajı bile yolladık. Bunların doğruluğunu, yanlışlığını, Ankara’nın eksiklerini, Şam’ın hatalarını konuşmanın yararı yok. Bugün yeni ve heyecan verici bir sayfa açılıyor, en doğrusu buna odaklanmak.
***
Gerek Başbakan Erdoğan’ın, gerekse Beşar Esad’ın verdiği mesajlar, Türkiye medyasında alışık olduğumuz bir yönlendirmeyle ‘af’ tartışmalarına sıkıştırıldı. Oysa gelinen noktada ‘af’ büyük resmin bir parçası olacak kadar önem taşıyor. Üstelik henüz gündemde böyle bir başlık da yok.
Türkiye’de terörle mücadelenin ve Kürt sorununun, toplumsal hafızadaki en kötü karşılıklarından birisi ‘genel af ‘tartışması. Şu anda yürütülen sürecin en önemli farkını bu noktada görmek gerekiyor. Türkiye, sadece kendi sınırları dahilinde değil, Suriye ve Irak’ı da içene alan geniş bir alanda sorunu ele alıyor. PKK’nın bu iki ülkedeki yapılanmaları, uzantıları, etkinlikleri, bunların oluşturduğu sorunlar, geçmişin aksine savaş nedeni olarak değil, birlikte nasıl çözeriz formülüyle ele alınıyor.
Meseleyi af gibi kışkırtıcı başlıklardan çıkarıp, daha bir büyük algıyla, Türkiye, Suriye ve Irak’ın kuzeyi arasında çok boyutlu bir entegrasyon süreciyle görebilmek gerekiyor.
Şimdilik yanlış, erken, tuhaf, başımıza bu da mı gelecekti gibi karşılayanlar olacaktır. Hepsine saygı duyuyorum. Ancak yüzleşmemiz gereken kocaman bir gerçek var. Türkiye ya kendisini sınırlarına hapseden sorunların dayatması altında yaşamaya devam edecek. Ya da doğal sınırlarında hareket etme imkanlarını sonuna kadar kullanarak, önünde şekillenen yeni coğrafyanın kaderinde söz sahibi olacak.
O takdirde bugün büyük ve içinden çıkılmazmış gibi görünen sorunlar, birer birer avantaja ve güç unsuruna dönüşecek. Bu bir hayal değil; çünkü Türkiye şu anda bunun adımlarını atıyor.