Sahi Arapça’da başörtüsünün adı yok mu?
İslâmî ilimlere yabancı olanlar, bir dinî mesele konuşulduğunda, “Bu, Kur’an’da var mı?” diye soruyorlar. Oysa İslâm'da tek delil Kur’an değildir ve her sorunun cevabı Kur’an’da aranmaz. Dinî meselelerin cevabı, Edille-i Şer’iyye denilen dört dinî delilde, Kur’an, Sünnet, İcmâ ve Kıyâsda aranır.
“Sadece Kur’an…” dersek, ne ibâdet yapabilir ne de haramlardan kaçabiliriz. Meselâ, namazların rek’atları, nasıl kılınacağı, orucu bozanların neler olduğu, zekâtın ayrıntıları, rakı, bira, viski, likör ve şampanyanın haram olduğu gibi sayısız meseleler Kur’an’da yoktur…
O bakımdan, “Bu, Kur’an’da var mı?” sorusu ne zaman sorulsa, yukarıdaki izah mutlaka yapılmalıdır.
Yapılmalıdır ama maalesef yapılmıyor ve cevap vermek mevkiinde olanlar da soranlarla beraber, her sorunun cevabını Kur’an’da aramaya başlıyorlar.
Aramalarının zararı yok… Kur’an’da, her şeyin değilse de birçok şeyin cevabı var. Var da, gönül ister ki gördüklerini, okuduklarını iyi anlayıp anlatalar… İşte bu yok…
Meselâ gelin gündemden hiç düşmeyen başörtüsünü ele alalım. Kur’an’da, başörtüsü mânâsına gelen hımar, humur şeklinde cemi’/çoğul olarak geçtiği gibi, başörtüsünün nasıl kullanılacağının tarifi bile var.
Bu açık ifadeye rağmen bir ilâhiyat profesörü çıkar da, “Efendim, hımar örtü demektir. Bir şeyi örten şeye hımar denir. Şarap aklı örttüğü için ona da hamr deniliyor” derse insan şaşırır.
Bu sayın profesörün başka yanlışlarına geçen hafta temas etmiştik. Bu sözüne gelince:
Bi kere bütün örtülere hımar denilmiyor. Hımar husûsiyle başörtüsü demektir… İsbatı mı? Şöyle:
Hac veya görmeye gittiğinizde Suudî Arabistan’da bir kadın giyim mağazasına girip hımar isteyin. Eğer Arap tezgâhtar, “örtü istiyorsun ama ne örtüsü olsun?” derse, profesörümüz haklı. Demek ki, her örtüye hımar deniliyormuş. Ama siz hımar isteyince tezgahtar önünüze başörtüsü çeşitlerini getirirse, profesörümüz ya yanılmış veya bile bile yanlış konuşmuş demektir... Buyurun deneyin…
Diyelim ki, Arapça'da her örtüye hımar deniliyor. Pekiii, çok geniş bir lisan olan Arapça'da başörtüsünün ismi yok mu? Elbette var… Onun için önceki yazımızda bahse konu sayın profesörümüze hitaben şu soruyu sormuştum: Sayın hocam! Başörtüsünün Arapça'sı ne?
D.İ.B. Yüksek Din Kurulu sağolsun; Allah’tan başörtüsü hakkındaki doğru fetvâsı var da, bazıları fazla ileri gidemiyor…
Ama Ankara İlâhiyatın Kelam Ana Bilim Başkanı hocamızın bu konuda şikâyeti var. “Diyanet düşünce üretmemeli” diyor. Düşünce üretmeyi ilâhiyatlara bırakmalıymış…
A sevgili Hocam! Diyanet düşünce üretmiyor ki zaten. Dinî kaynaklarda ne yazılıysa başörtüsü hakkında onu söylüyor. Ya bir de düşünce üretmeye kalksaydı, o başörtüsü kararı olur muydu hiç!
Sayın hocamızın söylediği güzel şeyler de var. Onlara da işaret etmezsek eksik olur. Şöyle ki:
Tevbe Sûresinin 5. âyetinde, “O müşrikleri gördüğünüz yerde öldürün” emri var. Bu emir, Müslümanlara saldırıp öldürmek isteyenlerle ve sadece savaş haliyle ilgili. Kim, kendisini öldürmek isteyenlere karşı elleri kolları bağlı olarak bekler ki? Elbette düşmanına karşılık verecektir…
Ama Hıristiyanlar bu âyeti bile bile ters mânâya çekerek, “İslâm, Müslüman olmayanların her görüldüğü yerde öldürülmelerini emrediyor” derler. Nedendir bilinmez, çok dinî kitap okuduğunu söyleyen yazar Ruhat Mengi de bu âyeti Hıristiyanların ele aldığı şekilde anladığı için soruyordu…
Prof. Ş. Ali Düzgün çok güzel cevap verdi. Türkiye’ye davet ettiği Brezilyalı bir öğretmen ile Ukraynalı bir profesörün, korkularından Türkiye’ye gelmek istemediklerini söyledi. Adamlar, “Kur’an’ın emri var. Bizi gördükleri yerde öldürürler” diyorlarmış. Hıristiyanların, insanları böyle kandırdıklarını ve İslâm'ı, kan dökmeyi emreden bir din olarak anlattıklarını söyledi… Yani bu tavır Hıristiyan tavrı imiş…
Kur’an-ı Kerim’de; insanlığı iyiliğe, hayra, doğruluğa, kardeşliğe teşvik eden nice âyetler varken, Ruhat Mengi’nin, bu âyetlerin hiç birini görmeyip bula bula Hıristiyanların istismar ettiği bu âyeti bulup, aynen Hıristiyanların bakış açısıyla sorması enteresan değil miydi?
Ve Profesör Düzgün, Hıristiyanların bu iğrenç tavırlarını anlatınca, bayan gazeteci bu âyeti şimdiye kadar yanlış anladığını söylemeli değil miydi? İyi niyet bunu icap ettirmez mi?
Sayın profesörün, Brezilyalı öğretmen ile Ukraynalı profesörün üzerinden doğruya işaret etmesi, gazeteci hanımın tavrının görülmesine sebep oldu ki, esas faydalı nokta da işte buydu… Teşekkürler…
Neylersiniz ki, birçokları işte böyle yazarların yazılarını okuyorlar…