Dışa bağlılık baştan ayağa sözkonusu iken, resmen dışa bağlılıkla suçl
NATO’ya bağlılık kökü dışarda olmak değildir elbette.. Genelkurmay’ın yeni açıklanan andıçlarıyla, ihtiyaç halinde veya ‘28 Şubat’ günlerindeki gibi anormal dönemlerde kullanılmak üzere, toplumun çeşitli kesimlerini fişleme eyleminden vazgeçmediği anlaşılıyor.. Filan kuruluşların, falan yabancı kaynaklardan beslendiğine dair bu gibi fişlemeler, ‘barış zamanında, seferberlik hazırlığı’ gibi gerekçelerle kanuna uydurulabilir.
Hatırlıyorum, 30 yıl öncelerde, Akıncılar Derneği’ne Almanya’daki müslüman işçilerce gönderilen mütevâzı bir para da, o derneğin dış kökenli yardımlarla beslenmek gibi ithamlarla suçlanmasına vesile olmuştu.. Aynı mantık bugün de çalıştırılabilir..
Ama, bugün, bu gibi suçlamalardan kim kurtulabilir ki? Bugün, direkt Amerikan sermayesine bağlı nice tv. kanalları bile Türkiye kamuoyunu yönlendirmiyor mu? Ve ötekiler sanki, o kanallardan daha mı geride? Laik medyanın hepsinin ardında da, emperyalist odaklar yok mu?
Kezâ, NATO çok mu yerlidir ki, 55 yıldır, TSK’nın bütün askerî mahremiyetine nüfuz etmiş değil midir? Ki, NATO’nun bilgisi olmadan hattâ darbe yapması bile mümkün değildir.. Hangi Amerikan kuruluşlarından ne gibi krediler koparılarak, depolarda çürümeye terkedilen silahların bile ülkeye aktarılmasına âlet olunduğu veya ordunun silah ve teçhizatının modernizasyonu için, siyonist İsrail rejimine uçak ve tankların modernizasyonu için, milyarlarca doların nasıl verildiği ve laikliğin durumu hakkında, Amerika’daki hassas planlama merkezlerine kimler tarafından ne gibi brifingler verildiği, evet, bunlar hiç de kökü dışarda olmayan, yerli tasarruflardır!!!
Bunlara, yüksek rütbeli komutanların hangi düşünce kuruluşlarında neler konuştuklarını, hangi lobilerden, ne gibi madalyalar aldıklarını ve hangi ünlü silah tâcirleriyle ne gibi ilişkiler kurduklarını ve bu ilişkileri hele de emekli olduktan sonra da nasıl sürdürdüklerini, CIA Başkanlarının Ankara’larda gelip askerî makamlarla bile ikili görüşmeler yapılabilmesi üzerinde kimsenin soru soramadığını da ekleyebilirsiniz.. Ve bu hususlarda, milletin, temel devlet kurumlarına güven duyması, bir ‘vatandaşlık borcu’ olarak kabul edilirken; bazı devlet kurumlarının, ‘vatandaş’lara güven duymaması nasıl izah olunmalıdır?
Bugünkü küçülen dünyada, hâlâ, ‘kutsal devlet’ anlayışını, vatandaşın yüreğinde bir ‘korku’ ve ‘tapınılması gereken bir güc odağı’ gibi sürdürmek çabası, görülmüyor mu?
**
*Basit bir fırsatçılık değil mi bu? Diyarbakır Barosu Başk. S Tanrıkulu, Başbakan’la tartışıp, toplantıyı terketmiş.. Bu kişinin, Erdoğan birkaç ay önce Diyarbakır’a gittiğinde, onunla yine tartışan kişi olması ilginç.. Herhalde, yine sürtüşme zemini oluşturmak isteyeceği öngörülmüş olmalı idi.. Ama; herhalde hoş olmayacağı düşünülerek, hey’etten çıkartılmamış..
Halbuki, Ecevit, bazı gazeteleri ziyaret ettiğinde, yazar kadrosundan bazı yazarların karşısına çıkmaması şartını bile koydururdu.. Erdoğan böyle bir kabalık yapamamış, yani..
Ve sözkonusu kişi, toplantıda, Erdoğan’a, ‘Paket açıklayacaktınız ne oldu? Hep ekonomik ağırlıklı planlar ifade ediyorsunuz. Sorunun ekonomik değil siyasî yönü de var’ demiş ve yine ‘anadilde eğitim, anadilde kamu hizmeti sunumu’ gibi konuları gündeme getirmiş.. Halbuki, bir Baro Başkanı olarak, Diyarbakır B. Bel. Başk. O. Baydemir’in daha geçen hafta, ‘resmî dil dışında, kürdçe bir davetiye’ hazırlattığı gerekçesiyle, hakkında 10 yıl hapis cezası talebiyle açılan bir dâvadan beraet ettiğini elbette biliyordu..
Yargının bu yeni açılımı ortadayken; Yargı’nın pençesinde bulunan Erdoğan’ı daha bir sıkboğaz etmek politik hassasiyetler kadar, nezaket açısından da düşünülmeli değil miydi? Başbakan’la D. Bakır Barosu Başkanı arasında geçen görüşme bandı yayınlanmadığına göre, dışarıya aktarılan ve yalanlanmayan metne bakılırsa, Erdoğan, Baro Başkanı’na ‘dürüst değilsin..’ gibi bir söz sözlemiş.. Bazıları bunu ‘yalan konuşuyorsun..’ şeklinde de yazdı.. Ama, Baro Başkanı’nın kendi beyanında, ‘yalan konuşuyorsun..’ ifadesi yoktu..
Başbakan, birisine ‘yalan söylüyorsun’ dediyse, ya ortada yalan beyan olduğuna dair bir bilgi ve belgeye dayanıyor; ya da, gelişigüzel konuşuyor demektir.
Erdoğan geçenlerde de bazı işçi sendikalarının başkanlarının ‘yalan söylediklerini’ ifade etmiş ve onlar da bu sözden alınmışlardı. Sonra anlaşıldı ki, gerçekten de bazı yanlış iddialarda bulunulmuş.. Ama, o teferruat gitti, ‘yalan söylüyorlar’ hitabı kaldı hâfızâlarda..
Ne var ki, Başbakan’ın öyle konuşması, herhalukârda, siyaseten de hoş değil..
Burada hatırlanmalıdır ki, Başbakan Erdoğan, Güneydoğu’yla ilgili olarak 12 milyar dolarlık yeni bir ekonomik paket açıklayacağını ifade etmesinin bir gün sonrasında, AK Parti’nin kapatma dâvasıyla karşılaşmış ve 30-40 milyar dolar buharlaşmıştır.. Bu durum ortadayken, D. Bakır Baro Başkanı’nın Başbakan’ı sıkıştırmak gibi bir hedef güttüğü de düşünülemez mi?
Baro Başkanı terkettiği toplantı çıkışında çok sâkindi ve hattâ, ‘Başbakan’ı çok gergin gördüğünü’ belirtiyordu.. Bu gerginlik, kendi eseri miydi, yoksa o, bir gerginlikten istifade etmek mi istedi; bunu kendisi biliyor.. ‘Dürüstlüğünü kimseye sınattırmayacağını’ söyleyen bir kişinin, bir başkasının gerginliğini sınamak hakkı var mıdır? Kaldı ki, Başbakan da, bir insan.. -Herkesten daha frenli olması şartıyle- onun ‘kızma hakkı’ da kabul edilmelidir.
**
*Risk almaktan korktuğu havası veren Şener güven veriyor mu? AK Parti’nin kurucularından A. Lâtif Şener, geçen sene seçimlerde, ‘aday olmayacağını’ açıkladığında, bunun seçim bölgesi Sivas’daki parti içi rahatsızlıklardan kaynaklandığı dile getirilmişti..
Bazıları da, onun, ‘cumhurbaşkanlığı seçiminde muhtemelen pürüz çıkacağı ve AK Parti’nin tek başına iktidar olamayacağı ve cumhurbaşkanı seçiminde buhranla karşılaşılacağı, AK Parti’nin muhalefetle birlikte harekete mecbur kalacağı ve kendisinin cumhurbaşkanlığı üzerinde ittifak edilebileceği hesablarıyla seçime girmediği’ görüşünü ileri sürmüştü..
Bunların herbirisi de muhtemel ve mümkün idi..
Ancak, Şener son haftalarda, ‘yeniden siyasete dönebileceği ve kafasındaki projelerin oluşmasına göre davranacağı’ gibi, ucu açık ama, üstü kapalı ifadelerle toplumdaki bazı odaklara ‘Ben de buradayım..’ diyor; ama, son MKYK toplantısında, ‘AK Parti’nin kapatılacağına dair bir işaret aldığını, Tayyîb Erdoğan’a 9 ay kadar önce bildirdiğini’ belirtmesiyle, Şener’in kendisine bir gol attığını söyleyenler de yok değil..
çünkü, Erdoğan bu gibi iddiaları önemseseydi, mevcud ‘guguk düzeni’nde, n’apabilirdi ki; ayrı bir konu.. Asıl problem, Şener’in bazı kokular alır almaz, hemen gemiyi terketmek gibi bir özelliğinin olduğunu da sergilemesi.. Risk alabilme özelliğine de sahib olmadığı kanaati..
Sahi, hele de bu atmosferde, Şener, bu açıklamalarıyla kendisine bir gol daha atmamış mıdır?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.