Zihin açıklığı
Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un bugün sona erecek olan Türkiye ziyâreti, öğrenmeye niyeti olanlar için ilginç dersler ihtivâ ediyor.
Bir kere ziyâretin süresi başlıbaşına bir sinyal. Sayın Wulff Türkiye’ye şöyle geçerken uğramadı. Pazartesiden cumâya bütün bir mesâî haftasını Türkiye’de geçirmesi buradaki temaslarına verdiği önemin bir göstergesi. Şimdiye kadar Türkiye’de en uzun kalan Alman devlet başkanı olması bir yana, ben yedi gün kalan Başkan Clinton’dan önce ve sonra bu kadar süre tevakkuf eden başka devlet başkanı da hatırlamıyorum. İçerik bakımındansa şunlar dikkatimi çekdi:
Sayın Wulff “sâhici” bir politik şahsiyet. “Ben Almanya’daki Müslümanların da cumhurbaşkanıyım.” derken buna inandığını zâten daha önceki davranışlarıyla, meselâ Berlin’e gelmeden önce Aşağı Saksonya Eyâleti Başbakanıyken bir Türk hanımı kabinesine almakla ısbatlamışdı. Bu bakımdan kendisini aynen Türkiye’deki Hıristiyan ve Yahudilerin de cumhurbaşkanı olarak tanımlayan Sayın Gül’le anlaşmaları zor olmadı sanıyorum. Ne var ki Türk tarafının bu sözleri biraz boş laf olmakdan ileri gidemiyor. Meselâ Heybeliada Ruhban Mektebi veyâ bütün Hıristiyan azınlıkların mallarına karşı devletin uyguladığı insafsızca gasb politikası Sayın Gül’ün söyledikleriyle çelişiyor. Ama bunun taksîrâtını Gül’e yüklemek de başka türlü bir insafsızlık olur kanaatindeyim.
Bunun ötesinde ziyâretin en çarpıcı yanı Cumhurbaşkanı Wulff ile Başbakan Bayan Angela Merkel arasındaki zıddıyeti su yüzüne çıkarması oldu. Wulff İslâmiyeti de kucaklayan bir Almanya’yı vurgularken Bayan Merkel’in “iflâs etmiş bir entegrasyon politikası”ndan bahsetmesi iki siyâsetçi arasındaki sürtüşmeyi gözler önüne serdi.
Burada bilinmesi gereken Wulff’un Katolik Bayan Merkel’in ise Protestan olmasıdır. Wulff Federal Almanya’nın ilk Katolik Cumhurbaşkanıdır. Öbürleri hep Protestandı. Bayan Merkel üstelik bir Protestan papazın kızıdır. Bu zât 1950’lerde sırf Komünizmle yerinde mücâdele için kendi isteğiyle Doğu’ya geçmiş biridir.
Benim şahsî gözlemlerim Alman Proıtestan Kilisesi ile Türkiye ve Türklerin hep “problematik” bir ilişkisi olduğudur. Bunda Türk-Ermeni münâsebetleri önemli rol oynamış ve Alman Protestanlığı Ermenileri bir tür “himâye” altına alma gayreti göstermişdir. Türkiye ve Türklere bu bağlamda yöneltdikleri suçlamalarda büyük haklılık payı olmakla berâber bâzen çok sert vurduklarını düşünürüm. Bayan Merkel’in Türkiye’yi AB’ye almak istemeyişinde yetişme tarzının etkisi de olabilir kanaatindeyim. Türkler Katolik Kilisesi ile “ortak” bir dil bulmakda daha az zorlanırlar görüşündeyim.
Bu bağlamda Başkan N. Sarkozy’nin Türkiye allerjisi ise bambaşka psikolojik etkenlere dayanan başka bir bahisdir.
Netîceten Almanya ve Fransa “Türkiyesiz” olduğu için etkisi adamakıllı düşük bir AB’de nisbeten büyük bir rol oynamayı mı yoksa “Türkiyeli” olduğu için daha etkili, ama kendilerinin biraz daha az etkili olacağı bir AB’de mi yaşamak istediklerine karar vermek durumundalar.
Allah zihin açıklığı versin!