Mustafa Erdoğan

Mustafa Erdoğan

Çifte skandal

Çifte skandal

Son birkaç gün içinde önce Taraf gazetesi, vatanseverliklerini kuşkulu bulduğu bazı vatandaşları ve sivil örgütleri fişleyen bir askerî ‘andıç’ı ifşa etti; ardından aynı gazetede Yasemin çongar mahkemelerin kimi kritik davalarda askerler tarafından yönlendirildiklerine, hatta tehdit edildiklerine dair rivayetleri gündeme getirdi.

Hatırlanacağı gibi, Genelkurmay Başkanlığına bağlı kimi birimlerin ve bazı garnizonların bu türden fişlemeler yaptıkları daha önce de birkaç defa medyaya yansımıştı. Bunlar şüphe yok ki birer skandaldır. çünkü, yapılan işin hukuka aykırılığını bir yana bıraksak bile, sivillerin siláhlı kuvvetler tarafından fişlenmesi, her şeyden önce, askerlerin bütün bir toplumu gözetim altında tuttuklarını gösterir ki bunun medenî ve demokratik bir toplumda kabul edilebilir olmadığı açıktır.

Daha vahim olanı, böyle bir faaliyetin arkasında yatan bakış açısıdır: Demek ki, askerler korumak durumunda oldukları ve üstelik bir kurumu olmakla övündükleri ‘Türk milleti’ne hiç de güvenmiyorlar. öyle ya, siláhlı kuvvetler ülkeyi ‘düşmanlar’a karşı korumakla görevli olduğuna ve ‘düşmanlar’ın da tanımı gereği dışımızdaki varlıklar olması gerektiğine göre, Genelkurmay’ın istihbarî bilgi toplama faaliyetleri de ancak o düşmanlarla ilgili olabilir. Eğer kendi toplumu hakkında bu türden bilgi toplar ve kimi sivil aktörleri düşmanlar için kullanılan terimlerle tasnif ederse, o zaman askeriye ‘düşmanlar’ı içerde arıyor demektir.

Belki bundan da vahimi, totaliter zihniyet eseri bu ‘andıç’ta fişlenen kişi ve kuruluşların son derece geniş bir yelpazeye yayılmış olmasıdır. Fişlenen ‘iç düşmanlar’ arasında neredeyse ‘yok’ yok. Askerler galiba, aktif olan, düşünen ve yazan-çizen hemen hemen herkesi sadakatsiz buluyorlar. Bu andıcı hazırlayanların bir de akıllara durgunluk verecek derecede zenofobik bir zihin yapıları var. öyle ki, dış dünyayla ve başka toplumlarla şu veya bu şekilde teması veya irtibatı olan herkesi hedef yapmışlar.

Kimi kuvvet komutanlarının Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi gibi yüksek mahkemelerin üyelerine talimat verdiklerine ilişkin iddialar bundan daha az vahim değil. Hatta belki tam tersi. Deniyor ki, Anayasa Mahkemesi’nin geçen yılki mahut ‘367 kararı’ bu şekilde -yani, tehdit yoluyla- istihsal edilmiştir. Doğru olması halinde, bu hiç de geçiştirebilecek sıradan bir olay değil, tam aksine herkesi ayağa kaldırması gereken bir skandaldır. Aslında, skandal olarak nitelenmek için bunun gerçekten olmuş olması bile gerekmez. Ben eminim ki, bu iddia Türkiye’de milyonlarca vatandaşa inandırıcı olmayan bir iddia gibi gelmemiştir. İşte asıl vahim olan budur. Yani, ‘şüyuu vukuundan beter olan’ bir vaka ile karşı karşıyayız.

Bu meselenin merakı mucip olan başka bir yönü daha var: Eğer gerçekten de böyle bir tehdit vuku bulmuşsa, Anayasa Mahkemesi’nin kararı istendiği gibi çıktığına göre, o zaman Mahkeme açıkça tehdide boyun eğmiş demektir. Mamafih, tehdit eden irade ile Makeme’nin nihaî kararı arasındaki uyuşma bir tesadüf de olabilir. öyle de olsa, Mahkeme’nin -hem eski Başkanın hem de halihazırdaki Başkanın- bu konuda birer açıklama yaparak kamuyu aydınlatma mecburiyetleri vardır. Aksi halde, ‘367 şartı’ yönünde oy verenlerin istifa etmeleri meslekî-ahlákî bir zorunluluktur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Erdoğan Arşivi

Alarm

31 Temmuz 2010 Cumartesi 09:16