Taşkent'te bir Diyarbakırlı
Bir türlü bitmeyen kan davası yüzünden, Diyarbakır'dan ayrılmak zorunda kalmışlar. Çoluk çocukla beraber, gece vakti kimseye haber vermeden yola çıkıp, binbir güçlükle Batum'a göçmüşler.
Bu kaçış hikâyesinden esaslı bir film çıkar.
Önce Erzurum'a, oradan Artvin'e geçen aile, hanlarda yollarda bir ay sürünmüş.
Batum'a götürecek kayıkçıyı, nineden kalma altın gerdanlıkla razı etmişler.
Zor günler için biriktirdiği on Reşat altınını, ayakkabılarının tabanına gizleyip üstüne kösele yaptırmış ailenin reisi.
*
Batum'a varınca, jandarma yapışmış yakalarına:
"Kimsiniz, neyin nesisiniz? Casusluk için mi geldiniz?"
Adam yalvar yakar halini anlatmış:
"Ağalar, hâl-vaziyet böyleyken böyle. Çoluk çocukla casusluk olur mu?"
Dinlemeyip büyük oğluyla beraber hapse atmışlar. Diğerlerini yetimhaneye yerleştirmişler.
Altı ay sonra hapisten salmışlar. Büyükçe de bir ev vermişler.
*
Devir Bolşevik devri.
Kuyumcular kapanmış, bütün işyerleri, mal mülk devletin. Altınları bozduracak yer yok.
Adam bahçedeki bir ağacın on ayak kıble tarafına gömmüş ayakkabısındakileri.
Ara sıra da takılırmış çoluk çocuğuna: "Siz benim bu fakirliğime ne bakıyorsunuz? Vallah Billâh ben aylarca Reşat altınları üzerinde yürümüş adamım."
*
Önce hapse atan, sonra ev veren devlet, "sen şuraya, sen buraya" diyerek, adamla büyük oğlunu görevlendirmiş.
Biri orman işlerinde, diğeri köprü ve yol yapımında çalışmak üzere, evden ayrılmışlar.
Üç ay sonra Batum'a döndüğünde, bir bakmış ki evin bahçesinden yol geçmiş, bütün ağaçlar kesilip yok edilmiş.
"Nasip bir kuştur, istediği dala konar; altınların yerini bilseydim de alamazdım" diyen adam, 1950 yılında, vatan hasreti içinde vefat etmiş.
*
Onun vefatından sonra, Stalin, hepsini Taşkent'e sürgüne göndermiş.
Rahmetlinin oğlu büyümüş, evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış.
Yaşı 70'lere vardığında, ağaçtan düşüp iki bacağını kırmış.
Bir gün radyoda Türkiye'den Taşkent Film Festivali için gelen misafirlerin konuşmalarını duymuş. Hemen oğlunu göndermiş, "Git görüş, bize Türkiye'den havadis getir" diyerek.
*
Radyoda konuşan kişi, Kültür Bakanlığı yetkilisi Yavuz Bülent Bâkiler...
Genç adam, şair yazar Bâkiler'e çekinerek anlatmış hikâyesini. Hâlâ, kan davası güden hasımlarının Diyarbakır'dan çıkıp izlerini bulacağından, onları vuracağından çekinmekteymiş.
Üstat oradaki hatıralarını "Türkistan Türkistan" kitabında etraflıca anlatır. (Ötüken Yayınevi)
*
"Diyarbakır güzelmiş öyle mi?" diye soran genç adama, ne kadar güzel olduğunu ifade eder.
"Niye karıştı oralar?" sorusuna "Karışmadı, karıştırıldı" diye cevap verir, bir de Kur'an-ı Kerim hediye eder.
Genç adam, hatıra olarak, iki tane Zeynep Hanlarova plağı getirir, gece yarısı, gizlice.
*
Sonra birden eğilip parmağıyla Yavuz Bey'in ayakkabısının üstünü sıvazlar.
Şaşkınlıkla "Ne yapıyorsunuz?" diye soran misafire, babasının sözlerini aktarır:
"Babam dedi ki... Ben o dinlediğin adama kurban olayım. Ayakkabılarının üzerinde belki Türkiye'nin tozu toprağı vardır. Git, elinle onun ayakkabılarının tozunu al. Sonra parmaklarını getir, gözlerime sür. Ömrümün sonunda, gözlerimde Türkiye'nin tozu toprağı olsun istiyorum."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.