“Yasal yasak” ve “AİHM gerekçesi”
Yasadışı başörtüsü yasağında ileri sürülen “gerekçeler”in başında “yasal yasak” ve “AİHM kararı” gelmekte. “Hukuk” ve “kanun” adına konuşan hukukçular, yüksünmeden “yasal yasak”tan bahsetmekte. Başörtüsü hakkını savunanlar bile sık sık bu tuzağa düşmekte.
Başta iktidar partisi sözcüleri olmak üzere, siyasetçiler, bir yandan tartışmalarda “kanunsuz yasağı kaldırmak için kanuna gerek yok” derken, diğer yandan “çözüm” için hâlâ “yasal düzenleme” çelişkisine düşmekte; siyasî muhataplarını “Meclis’te anayasal-yasal çözüme” çağırmaktalar.
Bu yanlışla, daha önce Başbakan’ın “İspanya’da “Velev ki siyasî simge de olsa” çıkıyla AKP ile MHP’nin Anayasa’nın “kanun önünde eşitliğe” ve “eğitimin engellenemeyeceğine” dair 10. ve 42. maddelerindeki değişikliğe benzer “anayasal-yasal değişiklikler” çıkmazından bir türlü çıkamamaktalar.
Bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesi, “Yüksek-öğretim kurumlarında, dershane, laboratuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir” denilen 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununu Ek 16. maddesini “din kurallarına göre düzenlendiği ve dini kaynak aldığı” yorumuyla iptal etmiş (Resmî Gazete, 05.07.1989); bunun üzerine “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir” hükmünü ihtiva eden değişiklik yapılmıştı.
YASAĞIN HİÇBİR
YASAL MESNEDİ YOK…
Sözkonusu madde aleyhine açılan dâvâda maddeyi veto edemeyen Mahkeme, (Resmî Gazete, 31.07.1991) daha da ileri giderek “yürürlükteki kanunlar” tâbirine anayasayı da ekleyerek ikinci maddedeki “laiklik ilkesi” yorumuyla, “gerekçesi”nde “çağdaş kıyafet ve görünüme ters düşen dinsel nitelikli kılık ve kıyafet”in yasak oluğunda ısrar ederek yine “dinî gerekçeyle düzenleme yapılamayacağını” tekrarlamıştı…
Oysa Anayasa Mahkemesi’nin önüne gelen bir kanunu “kabul” ya da “red” etmenin ötesinde kararlarının hiçbir zaman bir hüküm ifâde edemeyeceği, kanun yerine geçemeyeceği, yine anayasada açıkça belirtilmiş. 153. maddedeki “Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnâmenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez” ibâresi bunun ifâdesi.
Keza “Türk milleti adına yasama yetkisinin sadece TBMM olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği”; yine Anayasanın 7. maddesiyle tesbit edilmiş.
Bu açıdan, yasakçıların, öteden beri yasadışı yasağa yasal görüntü verdirmek için Mahkemenin “gerekçesi”ni “yasa” yerine istimalleri, en başta anayasaya aykırı. Buna bağlı olarak ileri sürülen “Danıştay kararları”nın da hiçbir yasal dayanağı yok. Geçmişteki YÖK ve yasakçı rektörlerin “yasakçı” yönerge ve tâlimatlarının da hiçbir yasal mesnedi bulunmuyor.
Zira, bu karar ve iptallerde, “yürürlükteki diğer mevzuat hükümlerine ve yargı kararlarınca sabit olan kılık ve kıyafet koşullarına ilişkin düzenlemelerin göz ardı edildiği”nden bahsedilmekte. Anayasa Mahkemesi’nin iptal edemediği Ek 17 ortada. Türkiye’de kadınların kılık ve kıyafetlerini düzenleyen herhangi bir yasa da bulunmadığına ve Mahkemenin “gerekçesi” de kanun yerine ikame edilemeyeceğine göre, diğer “yürürlükteki mevzuat” ve hangi “yargı kararları” olduğu sorusunun cevabı açıkta kalıyor.
“BAŞÖRTÜSÜ ‘ÖZGÜRLÜK
SORUNU’ DEĞİL”MİŞ!
Ne var ki, iktidar partisi, hep bu “yasal yasak” uydurmasına katıldı. Parti yetkilileri bir taraftan “başörtüsünün Türkiye’nin yüzde bir buçuğunun meselesi” olduğunu söylerken, diğer taraftan her defasında “yasal yasağı” öne sürdüler.
Bu “gerekçe”yle, daha kuruluş safhasında baş-örtülü kurucu ve peşinden başörtülü aday kabul etmedi. Parti yönetimi, bazı belediye başkanlarının eşleri resmî törenlere katılmak için bu “yasal yasak gereği” başlarını açmalarına ses çıkarmadı. İktidar partisine mensup belediye başkanlarının seçilmiş başörtülü belediye meclisi üyelerini “yasal yasak” diye toplantılara alınmamaları onaylandı…
En son kılık ve kıyafet için “anayasal değişiklik” vartasına düşülerek, yasakçılar nezdinde yasağın “yasallaşması”na bahaneler sunuldu. Değişen rektörlere rağmen üniversitelerde yasağın azgınlaştırıp yaygınlaştırmasına âdeta zemin hazırlandı…
Bunun gibi, İstanbul Tıp Fakültesi 5. sınıf öğrencisi Leyla Şahin’in başörtüsünden dolayı dersten atılması üzerine AİHM’de açtığı davada dönemin Dışişleri Bakanı Gül imzasıyla AKP hükûmetinin Strasbourg’a gönderdiği “savunma” da bu “yasal yasak” kırılganlığıyla muallel.
Aynen yasakçılar gibi, “başörtüsü üniversitelerdeki laik eğitimle çelişmekte ve bağdaşmamakta” yorumuyla, “Anayasada din istismarının yasaklandığı” mülâhazasıyla “üniversitelerde türban takma olayı çağdaşlaşma yolunda bir geri adımdır, gericiliği de teşvik etmektedir” deniliyor. Peşinden “Siyasal simge haline getirilen başörtüsü özgürlük sorunu değil, politikacılar tarafından şeriat amaçlı kullanılmış bir olgudur” diye yazılıyor.
Ardından da “bütün başörtülülerin hakkı için” AİHM’de açtığı davayı “Asla geri çekmem” diyen Gül’ün eşi Hayrünnisa Hanım, başörtüsünden dolayı üniversiten atılmasına karşı AİHM’de açtığı davayı geri çekiyor!
Kısacası, AKP hükûmetinin başörtüsü yasağını “laikliğin gereği” görüp, yasağı “meşru” ve “yasal” olarak bildirmesi üzerine AİHM, yasadışı başörtüsü yasağını “Türkiye’deki mevcut mevzuata uygun” buluyor!
“Yasal yasak” ve “AİHM hikâyesi” bu…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.