İçimizdeki İngilizler mutlu musunuz?
Kaç gündür Fenerbahçe’nin yarı final kapısından geri dönmesini konuşuyoruz.
Buraya kadar gelmiş olmanın gururunu öne çıkaranlar da var. Bir adım ötesine geçemediğimiz için üzülenler de.
Ama konuşmadığımız önemli bir konu var.
Chelsea’den hemen önce oynanan Fenerbahçe-Kayserispor maçı sonrasında yaşananlar. Bunu gerçekten doğru değerlendirmek zorundayız.
çünkü ortada büyük bir haksızlık var.
Bu maçtaki hakem hataları üzerinden başlayan tartışma öyle bir noktaya taşındı ki, duyan da sanki bu ülkede ilk defa hakem hataları oluyor sanır.
Hakemin hataları maçın sonucunu etkiledi. Yanlıştı, can sıkıcıydı. Ama gösterilen tepkinin olup bitenle eşdeğerde olduğunu söylemek insfa sığmaz.
Ligde ve Avrupa’da yoluna devam eden Fenerbahçe, bir anda ‘hakemler eliyle şampiyonluğa yürümek’le suçlanan bir takım olarak hedef tahtasına konuldu.
İsteyen mazeret değil desin. Bu takım İngiltere’ye kafasında bu tartışmalarla ve çirkin suçlamalarla gitti. Kimse böyle bir atmosferden etkilenmekten kendisini alıkoyamaz. Futbolcu dediğiniz de taş değil ki. Onlar da duyguları olan, yazılıp çizilenden etkilenen insanlar.
Şimdi kalkıp ‘Fener’in buralara kadar gelmesi büyük başarıdır, gururumuzdur’ gibi laflar edenler, daha birkaç gün önce bu takımı sahtekarlıkla suçluyordu.
Hakem hatalarını konuşmak başka bir iş. Maçtan sonra başlatılan kampanya başka bir tezgah.
Kayseri maçının ardından yapılanlar, ne yazık ki siyaset sahnesindeki çatışmanın bir parçası gibi görünüyor. Yeni Futbol Federasyonu üzerinden söylenenler, yazık ki siyasetteki öfkeleri yansıtıyor. Siyasette başbakan Erdoğan’ı hedef alanlar, sporda bu kavgayı başka isimler üzerinden yürütüyor.
Bir bakıma istediklerini elde etmiş görünüyorlar.
En azından şimdilik.
Fenerbahçe’ye karşı yürütülen psikolojik savaş ne yazık ki sonuç verdi. Birileri ciddi bir eşiği atlamamıza el birliği ile engel oldu. En azından büyük katkı sağladı.
Şimdi yaptıklarıyla övünebilirler.
Tuhaf ama, bu yapılanlar ne kadar da AK Parti’ye yönelik kapatma davasının mantığına benziyor.
Yükselişine engel olamıyorsan, gemiyi batır ve hep birlikte boğulalım.
Mantık bu.
üzerimizdeki psikolojik savaşın farkına varmayanlar, ha bire yangına körükle gidiyorlar.
‘Ben kazamamıyorsam, herkes kaybetsin’ duygusuyla hareket edenler demek ki sadece siyaset sahnesinde değil.
Sporda da çirkin yüzlerini gösteriyor.
İçimizdeki İngilizler, umarım mutlusunuzdur.
MHP’nin duruşu
üniversitelerde başlatılmak istenen çatışma ortamında her vesileyle MHP’nin adı geçiyor.
Bir hakkı teslim edelim. Bugün yaşadığımız topraklarda etnik sorunlar birilerinin istediği noktaya gelmiyorsa, bunda Devlet Bahçeli ve MHP’nin büyük payı var.
Nitekim Antayla konusunda da aynı tavrı gösterdiler. Teşkilatı ve tabanı çok iyi analiz eden parti yönetimi, bu tür arayışlara kapı açacak en küçük bir gediği bile anında kapatıyorlar.
Meseleyi MHP üzerinden tartışmak isteyenlere de haklı olarak tepki gösteriyorlar. çünkü bu hassasiyeti yok saymak, onların bu tür çatışmalara engel olma gücünü zayıflatabilir.
Buraya kadar tamam.
Bir tek soru var zihinlerde.
MHP’nin bu titizliği, hiç kuşku yok ki bu ülkeye olan sevgisinin sonucudur.
Peki son yaşanan siyasi krizde izlediği tavırla bu hassasiyeti aynı paranteze almak mümkün mü?
Tayyip Erdoğan’a yönelik tasfiye planında rol almakla suçlanan MHP, neden bu yorumlara kapı açacak bir duruş sergiliyor?
çatışma ortamına karşı gösterdiği hassasiyete niçin buralarda rastlayamıyoruz?
Siyaset, gayrı meşru yöntemlerle parçalanırsa, geriye kalanı toparlama misyonunu kendisinde mi görüyor MHP?
Niçin tüm kapıları kapatıyor?
‘Alın genel başkanınız sizin olsun’ laflarıyla bu tasfiye projesinin dışında olduğuna kimseyi inandırmak mümkün değil.
Umarız biz yanılırız.
Umarız gösterilen hassasiyetler, siyasetin bütününde geçerlidir.