erör tehdidi ve “eylemsizlik” şantajı… (1)
Terör örgütü PKK’nın “eylemsizlik süresi”nin 31 Ekim’de dolması; ve terörist başı Öcalan’ın daha önceki “ateşkes”lerde yaptığı gibi, yeniden terörü “tehdit aracı” olarak kullanmasına karşı, Türkiye, terörist başının “Aradan çekiliyorum!” deyip Ankara’yı terör örgütünün “şartları”yla başbaşa bırakmasıyla karşı karşıya…
Gerçek şu ki “terörle mücadele”de “demokratik açılım”ı bu vartaya getiren siyasî iktidarın vâhim yanlışları. Bilindiği gibi önce uzun süre DTP ve BDP ısrarla terörist başı Öcalan’ın “muhatap” alınıp “açılım”da Kandil’le İmralı’nın önerdiği “yol haritası”nın esas alınmasını istedi. Ardından Öcalan’ın yol haritasının Başbakanlığa iletildiği haberleri geldi.
Her ne kadar Başbakan Erdoğan, hükûmet ve iktidar partisi olarak terörist başıyla görüşmediklerini söyleyip bu iddiayı “şerefsizlik” saysa da, devlet ve hükûmet adına “devlet görevlileri”nin görüştükleri açığa çıkmış durumda. Meclis’e sunulan bir soru önergesiyle MİT Müsteşarının 20 Temmuz’da İmralı’da Öcalan’la görüşmesi, bunlardan biri…
Ve referandum sürecinde ABD’nin isteği üzerine PKK’nın “eylemsizlik”le ilân ettiği tek taraflı “ateşkes”i Ekim sonuna kadar uzatarak, “evet” kampanyasında siyasî iktidarın elini güçlendirerek avantaj ve kıyak sağladığı yorumları, yerli ve yabancı medyada yer almakta.
Gelinen safhada, şimdi bu sürecin yeniden en azından Haziran’daki 2011 seçimlerine kadar uzatılması isteniyor. Ne var ki buna karşı terör örgütü ile iç ve dış destekçileri, Ankara’ya açıkça bazı “şartlar” ileri sürüyorlar…
FORMÜLASYON; “ÖZERKLİK”!
Bunların başında, BDP sözcülerinin açıkça seslendirdiği, “yeni anayasa”da “Kürt kimliği”ne vurgu yapılması, “çatışmazlık anlaşması”yla yurtta ve Kuzey Irak’ta teröristlere yönelik operasyonların durdurulması, terör örgütünün sivil yapılanması olan KCK’da tutuklananların derhal serbest bırakılması geliyor.
Bir yandan yer yer terörist saldırılarla çatışma ortamı meydana getirilerek Ankara’ya “gözdağı” verilirken, “eylemsizlik” kararının sona ermesiyle—daha önce Öcalan’ın açıkça şantajda bulunduğu—terör olaylarının, bombalamaların kırsalda kalmayıp büyük şehirlere patlatılması, ülkede orta ölçekli bir isyan provasına başvurulması tehditleri savrulurken, diğer yandan terör örgütüyle Ankara arasında “güvenlik protokolü”nden bahsediliyor!
Kısacası, “demokratik açılım”ın bütün Türkiye’yi ve herkesi kapsayacak demokratik hak ve özgürlüklerin temini olarak ele alınmayıp münhasıran etnik ve bölgesel yapı üzerinde belli bir bölgeye inhisarla ortaya atılması, peşinden “Habur şov” gibi tahriklere meydan verilmesi, Türkiye’yi bir garâbetin ve çıkmazın içine itmekte.
Ve en önemlisi, bütün bunlar için öncelikle “özerk Kürdistan projesi” müzâkerelerine başlanması, terör örgütünün “şartları”nın “olmazsa olmazı” olarak ileri sürülmekte…
Öcalan’ın ve Kandil’deki terörist başı Karayılan’ın Ankara’ya koştuğu “şartlar”ın başında bu var. Türkiye’nin etnik ve bölgesel ayırımlar üzerinde en az 23 bölgeye bölünüp, maliyeden, belediyeye, sağlıktan, spora ve eğitime, hatta güvenliğe kadar yönetimi ve bütçesi ayrı, ayrı ayrı bayrakları bulunan “özerk bölgeler”e taksimiyle “özerk Kürdistan” kurulması, “öneriler”in eksenini oluşturuyor.
En son BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız’ın, “Hareketimiz, mücadelemiz, Kürt sorunu çözme noktasında önerdiği formülasyon şudur; ‘demokratik Türkiye’, ‘özerk Kürdistan’ ve Türkiye’nin bütün alanlarının birçok özerk bölgeye taksimiyle, merkezi yönetimin yetkilerinin önemli ölçüde yerele aktarıldığı, yerelin söz ve karara hakim olduğu bir yönetim biçimi” sözleri bunun ifâdesi.
Bununla kalmayarak, “Bu sistem içerisinde özerk Kürdistan’da birinci resmî dil Kürtçe olacak, ikinci de Türkçe” cümlesi, özerklik kasdını ortaya koyuyor…
ETNİK VE BÖLGESEL İMTİYAZ!
Hatırlanacağı üzere daha önce BDP’li Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir, partisinin gündeme getirdiği “demokratik özerklik” politikasına açıklık getirmiş; özerk Kürdistan parlamentosu kurulmasını isteyip, “Özerk Doğu Karadeniz’ olacak ‘Özerk Orta Karadeniz’ olacak, aynı zamanda Özerk Kürdistan olacak” demişti.
Anlaşılan o ki terör örgütü ve siyasî temsilcileri, bütün ülkeyi kapsayacak, herkesin istifade edebileceği, “demokratikleşme”nin tesisiyle iktifa etmiyor. Kimlik ve etnisite tartışmalarıyla vatanın ve milletin birlik ve bütünlüğünü bozacak asırlık “ecnebi projesi”ni tekrarlıyor.
“Demokratik ve kültürel haklar” talebiyle yetinmeyip, bu perdede “olmayacakları” öne sürüp Türkiye, ırkî ve bölgesel tefrikayla etnik kavga ve kargaşa fitne ateşinin içine itiyor.
“Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” paravanında, demokratikleşmeyi, bireysel hak ve özgürlükleri, belli bir zümreye istemekle, bölgesel imtiyazlarla bölünüp parçalanma sath-ı mâili olan Osmanlı’nın çöküşü sırasındaki “bayat sistem” fedaralizme zemin hazırlanıyor.
En çarpıcısı, Başbakan’ın “referandum kilidi”nden sonra 2011’deki genel seçimler sonrasına havale ettiği “yeni sivil demokratik anayasa” ve demokratikleşme, sözkonusu “gevşek federatif sistem”le başka alanlara çekilip zehirlendiriliyor. Kamuoyunda demokratikleşmenin bölünüp parçalanma” olarak algılanması kırılgan ortamı tesis ediliyor…
Peki, bu ortamda çözüme ulaşılır mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.