Karma ülke!
“Hibrid” (hybrid) kelimesi dilimize son yıllarda girdi. Belirli bir otomobil tarzı dolayısıyla. Garibdir ki bu kelime Latince ve Grekçe’de farklı mânâlara geliyor. Grekçe’de “hybrid” kibirli, azametli, haddini bilmez demek. Latince’de ise karma yâhut çifte kökenli. Böyle çifte kökenli kelimelere ise “hibrid kelimeler” adı verilmiş. Tıpkı meselâ “homo” gibi. “Homo” Yunanca “aynı/eş” demek. Latince’de ise “adam” anlamına geliyor. Yunanca “homo” ve Latince “sexuell” birleşerek hibrid “eşcinsel” kelimesini oluşturmuşlar. Böyle bir sürü kelime var. “Bürokrasi” yâni “bureau” (Fr.) ve “kratie” (Gr.) veyâ “auto” (Gr. kendi) ve “mobile” (Lat. giden) gibi.
Ben Türkiye’yi de bir “hibrid ülke” sayma eğilimindeyim.
Yıllar önce, aynı zmanda gazeteci de olan o zamanki Alman sevgilime Türkiye’yi ve Türk Milleti’ni anlatmak üzere ter dökerken bir ara sözümü kesip sormuşdu:
“Siz kaç halksınız, Allahaşkına?”
Haksız da sayılmazdı. Bizleri dışarıdan seyreden ve inceleyen biri, bakış zâviyesine göre Asyalı, Ortadoğulu, Balkanlı, Akdenizli, hattâ biraz yüzeysel olmakla berâber “Fransevî” izler bulabilir Türklerde. Ama bizler tek başına bunlardan hiç biri, fakat biraz hepsi olduğumuz için “hibrid” bir ülke, bir millet diyorum kendimize.
Müesseselerimiz de öyle değil mi? Yargımıza, ordumuza, üniversitelerimize, partilerimize ve bütünüyle demokrasimize bakınız!
Buna Türkçe’de “altı kaval üstü şişhâne” de derler ama onda aşağılayıcı bir edâ var. Oysa benim niyetim aşağılamak değil bir durum tesbîti yapmak. Ülkemize bir “aşûre cumhûriyeti” de diyebilirsiniz ama o da değil.
Bugün ukalâlılığımız üzerimizde ya, ben ona da “teşhîsimi” koydum.
Doktorunuz konuşuyor:
Tabâbetde “post mortem” (ölümden sonra) ve “post natal” (doğumdan sonra) tâbirleri vardır. Bir de “peri mortem” (ölüme yakın) ve “peri natal” (doğuma yakın) tâbirleri.
Türkiye işte bu ikisine uygun durumda. Eski Düzen “peri mortem” ve yeni düzen “peri natal” !!!
Yakında ilkinin cenâze namazını kılıp cemâaten dağılmaksızın doğruca öbürünün gelişini kutlamaya gideceğiz.
Fazla ayak altında dolaşmamaları şartıyla başörtülüler de içeri girebilir.
Fakat üniformalılar nâmahremdir! Zinhâr onlara görünmeyeler! Zâten onlar tam bir kurmay kafasıyla tedbirlerini önceden almışlar bile:
“Savaşma, sıvış!”
Planlarını bile hazırlamışlar. Gazetelerde görmüşsünüzdür. Bir toplantıda, törende başörtülü kadın görüldü mü nasıl arka kapıdan karanlıklara karışılacak! Oklar, mesâfe ayarları, cebhe açıları vs...
Bilmeyen de sanır ki Fevzi Paşa’yla Mustafa Kemâl Paşa Büyük Taarruz’un harekât planları üzerinde çalışıyorlar.
Ama bence en doğrusunu yapıyorlar.
Bu kadın milletiyle baş edilmez çünki!