Köşk'ten sokaklara ironik haller
İroniden öte bir durumdu geçen hafta Türk siyasetine yansıyan modern haller. Devletin kurucusu olmakla övünen, halkla isminden başka anlamlı ilişki kurmamış Halk Partisi Cumhuriyet Bayramı'nı halkla beraber kutladı. Halktan uzak köşelerde ve köşklerde bayram kutlayan elitist kibir nihayet sokağa indi. Tam bunları düşünürken Fransız sosyolog Alain Touraine'nun söyledikleri gözüme çarptı: Halk kimdir? Halk kavramının hiçbir zaman bir anlamı olmamıştır. Halk, devletin yarattığı bir kavramdır; devletin toplumu nasıl gördüğünün ifadesidir (H.Türk'ten Kürşad oğuz'un söyleşisi).
Cumhuriyetin kurucu partisinin ilkelerinden biri "halkçılık"tı ama bu arasına katılmaktan pek sakınca görmediği "devletin yarattığı bir" halktı. Cumhuryet balolarının düzenlendiği salonlardan sokağa taşan miktar kadar bir halktı.
İroni Halk Partisi'yle sınırlı değildi. Sokaktan, şehirlerden, taşradan, çarşıdan kendi halinde sürdürdüğü hayat tarzıyla cumhuriyet balolarının dışında kalan halk ise köşke koşmak için müthiş bir heyecan duyuyordu. Elitistler 'köşk'lerdeki köşelerini terk etmiş sokağa inerken sokaktakiler köşkteki yerleri doldurmaya pek hevesli görünüyordu. Başörtülü hanımlar, halk biziz diyen beyler köşkte kabul edilmek için yarışır haller içindeydiler.
Bu ironik durumu, askerlerin başörtüsünü görür görmez salonu terk edişleri, hatta ayrı salonlara alınmaları türünden vebalı muamelesi çekilmesine karşın başörtülülerin Köşk hevesini nasıl açıklamalı? Eski İslamcılarım laik devletin tepesinde boy göstererek sekülerleştiklerine mi yoksa laiklik karşıtı kadroların laik devleti ele geçirme gösterisi olarak mı okunmalı? Dışarıda daha rahatça adı konularak, içerde ise ima edilerek siyasi kamplaşmaya neden olan tartışmanın asıl sorusu budur.
Yabancı bir göz bu manzaraya baktığında farklı okumalar yapabilir. Kimine göre siyasal İslamın Atatürk devrimlerini yerle bir edip iktidarı ele geçirmesiydi. Nitekim bu yönde yüzeysel de olsa yazılara hala rastlamak mümkün.
Oysa sorun sadece jakoben laikçilerin baktığı türden türbanın devletin temsil makamında görüntü vermesinden ibaret olmadığını, modernliğin dahası modernitenin çok yönlü süreçleri göz önüne almadan okunamayacağına en azından dikkat çeken teorik temelli yazılar da yok değil. AKP deneyimini kökeni İslamcılıkla ilintilendirilen bir siyasi kadronun etkinlik alanı olarak okumaktan çok modernitenin muhafazakar bir iktidar eliyle taban bulması olarak okuyanlar da yok değil.
Nitekim Michael C. Desch, National Interest'e yayınlanan "Türkiye bunu başında fes olmadan yapıyor" başlıklı yazısında tam da bu soruyu gündeme getirmiş ( Ertuğrul Aydın makalenin tamamını Dünya Bülteni için çevirdi). Olayı salt modernite sorunsalından çıkarıp batının, Amerika'nın küresel çıkarları bağlamında AKP deneyimin ne anlama geldiği üzerinde cesur fikirler serdediyor. "Amerika'nın Türk tecrübesinin başarısında yatan menfaatlerini gözardı etmek daha büyük bir hata olur. Oysa vaadi gerçektir: Eğer Türkiye, İslam ile siyasi ve ekonomik moderniteyi telif etmeyi başarır ve sonra İslam dünyasının geri kalanının da bu sentezi yapmasına yardım ederse, Bush yönetiminin ve onun Yeni-Muhafazakar (neocon) müttefiklerinin saptırıcı Irak savaşında uğruna çabaladıkları ama başaramadıkları bölgesel çaplı dönüştürücü etkiye sahip olacaktır." Türk modernleşmesi denilen ve pek övündüğümüz batı dışı ülkelere model olma tezinin AKP deneyimi üzerinden yeni yorumundan başka bir şey değil bu tespitler. Bu "rol-model"den rahatsız olanlar batıyla bu tür ilişkiyi tek elinde gören ve bunun ayrıcalığını yaşayan laikçi Türk seçkinleriydi.
"Fakat hemen göze çarpmayan başka bir korkuyu saptadığımı düşünüyorum: AK Parti'nin yükselişi, Türklerin seçeneğinin bir yanda modernite, demokrasi ve ekonomik büyüme, diğer yanda ise İslam ve gerilik olmadığını ispatlamaktadır. Başka bir ifadeyle, çağdaş Türkiye'deki gelişmeler, Atatürk Devrimi'nin ana önermesinin yani başarılı modernleşmenin ancak laiklikle olabileceği önermesini çürütme niteliği kazanmaktadır". Burada muhafazakarların da İslamcıların da seküler Türk eltilerinin de kafa yorması gereken durum şu: AKP'nin gerçekleştirdiği belirtilen modernleşmenin laiklik dışı bir model olup olmadığıdır. Jakoben laikçi modelin çöktüğü açık biçimde ortada. Ancak muhafazakarlık üzerinde inşa edilen modernitenin laiklik karşıtı7dışı olduğu ne kadar söylenebilir? Bu noktada sekülerleşme kavramının çok daha açıklayıcı olduğunu düşünüyorum. Zaten yazının başlığı da bunu ima eder türden. "Türkiye bunu başında fes olmadan yapıyor".
Touraine; toplum bitmiştir, ekonomi, finans, teknoloji toplumsal taleplerin yerini almıştır derken bizdeki deneyimi açıklar gibidir. laiklik modelde direnenler ise bunu okumakta zorlanıyor. Yeni durumlarından mutlu görünen eski Muhafazakarlar küresel sisteme entegre olurken hem konumlarını güçlendiriyor hem de sekülerleşiyor. Jakoben İslamcılar, muhafazakarlar ise köşelerini kaptıkları laiklikçileri devre dışı bırakırken sekülerleştiklerinin farkındalar mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.