Önce idealler
“Kendimizi nasıl yetiştirelim?” sorusuyla sık sık muhatap oluyorum. Özellikle de üniversiteli gençler bu soruyu soruyor. Teker teker cevap yazmak zor. Yakından tanımadığınız idealist gençlere yol göstermek zor olduğu gibi büyük bir sorumluluk da.
Zira muhatabın algı düzeyi, fikir seviyesi, almış olduğu terbiye, temâyülleri, eğitim aldığı kurumlar, yetenekleri, sosyal çevresi vs. iyice bilinmeden ona hakiki anlamda bir yol haritası çıkarmak kolay değildir. İstemediğiniz hâlde yanlış yol da gösterebilirsiniz. Bu sebeple de; “Benim yerimde olsaydınız ne yapardınız?” sorusuna, hakkında son derece sınırlı bilgiye sahip olduğunuz muhatabınızla empati yaparak cevap vermeniz sizi sıkıntıya sokar.
Bu meyanda en son İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi’nden bir idealist okurun; “Benim yerimde olsaydınız kendinize nasıl bir hayat planı, yol haritası çizerdiniz? Neler okur, neler seyrederdiniz. Ya da kısaca neler yapardınız” sorusuyla muhatap oldum.
Bugün bu kardeşimin üzerinden aynı içerikli okur sorularına kendi perspektifimden ve fakat genel anlamda bir şeyler söylemeye çalışacağım.
Ben, geleceğimizi idealist gençlerin inşa edeceğine inanıyorum. İdealleri oluşmamış ve idealleri için bedel ödemeye hazır olmayan bireylerin sadece kendileri için yaşayacaklarını ve sadece kendileri için kazanma mücadelesi vereceklerini biliyorum.
Altını çizmek isterim; ideallerin katledildiği, narsisizmin/kendini kutsamanın çağı postmodern seküler dönemde en önemli şey; idealleri korumaktır. İlk söyleyeceğim şey, bu olacaktır.
İdealleri korumak, her aşamasında insana farklı pusular kurmuş hayatta elbette kolay değildir. Nasıl ki insanın son nefesini iman üzere vermesi garanti edilmemişse, ideallerini koruması ve onlara ulaşmada her daim istikâmet üzere olması da kendisine garanti edilmemiştir.
İdealleri korumak özel gayret ister. Her ideal müsbet olmayabilir. Müsbet olan idealleri müsbet olmayandan ayırt etmek için de vahyin, aklın ve tecrübenin şahitliğine müracaat etmek gerekir. Sahih bilgi üzerine temellendirilmiş idealler ise sağlam bir inancı ve yeri geldiğinde bedel ödemeyi gerektirir.
İslâm, insanın gerçekleştirmesi için önüne iki temel hedef koymaktadır: Birincisi, dünyadaki hayatını güvence altına alması; ikincisi de, ahiretteki hayatını bu dünyadaki imkânlarla emniyet altına alması. Bütün vahiylerin konsantre hâli olan Kur’an ve Sünnet iyi incelendiğinde, dinin gayesinin, insana, bu iki dünyada da güvenliğini ve mutluluğunu nasıl sağlayacağının yol haritasını sunmak olduğu görülür.
İnsanın maslahatına olanı araması, fıtrî bir ihtiyaçtır. Bunu elde etmek üzere çalışıp çabalaması reddedilmediği gibi övülmüştür de. Ancak buradaki “insanın faydasına olan” dediğimiz şey, vahiyle tanımlanmış bir faydadır.
Yani büyük küçük, zengin fakir, kadın erkek, öğrenci ya da değil, insanın hakiki idealinin ancak ahiret merkezli, dünya ve ahiret dengesini gözeterek kendi faydasına olanı aramasıdır denebilir.
Bunun ferdiyetçilik, bencillik gibi anlamlara gelmeyeceği İslâm’ın maslahat tanımıyla açıktır. Bunun anlamı insanın önce Allah, sonra da yaşadığı sosyal çevreyle ilişkisini dünya ve ahiret dengesinde sağlam bir ahlâki zemin üzerine inşa etmesidir. “Kendimizi nasıl yetiştirelim?” sorusu bu gerçeğin teferruatına dairdir.
Devam edeceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.