Egemenlik sorunu
“Egemen olan istisnayı koyandır” cümlesi ünlü Alman siyaset felsefecisi Carl Schmitt'in artık bir özdeyiş halini almış bir sözüdür: Aslında politik egemenlik sorununun içerdiği gerçeği yani siyasetin teolojik içeriğini bir anda deşifre eden dobra bir tespit olarak okunmuştur bu. Genellikle kabullenilmesi istenilmeyen ama her daim siyaset sürecinde kendini tekrarlayan bir trajik gerçeğin itirafıdır bu söz.
Yine de kabullenmemek en iyisi, aksi takdirde siyaset mümkün olmaz. Siyaset dünyayı normal rayına oturtmanın az biraz mümkün olduğuna dair bir iyimserlik olmadan yapılabilecek bir şey değil çünkü.
İstisnai durumlara karar verebilen, belli durumlarda hukukun rutininin dışına çıkılabileceğine karar verebilen bir odağın mevcudiyeti ve gücü sadece istisnai hallerde hissedilmez, o istisnai kararlar bütün normal zamanları da belirleme imtiyazını hissettirmek üzere devreye girer. O yüzden Türkiye'de bir istisna ve rutin-dışı olarak görülen darbeler fiilen devrede olduğu zamanların dışında da hep belirleyici olur. çünkü yasal rutinin dışına çıkmak, yani istisnai bir duruma karar vermek belli kişi ve kurumların en doğal hakkı gibi görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyetinde hiç kimsenin yasaları tanımamak gibi bir hakkı yoktur. Daha doğrusu yasalara karşı kayıtsız kalmak gibi bir hak hiçbir yasada tanınmış veya tanımlanmış değildir. Ancak teoride hiç tartışılmaz olan bu gerçeğe karşılık, fiili durumda yasalarda veya Anayasa metninde yazılanlar birilerini hiç de bağlayıcı görülmeyerek askıya alınabiliyor.
Radikal Gazetesinde İsmet Berkan'ın son yedi yazısında çok iyi özetlediği gibi son yedi yıl içinde toplam altı darbe girişiminde bulunulmuştur. Bu girişimlerin her biri kendi başına Türkiye'nin bütün anayasal düzenini topyekûn lağvetmeye tam teşebbüs niteliği taşıyor. Bu teşebbüsler esnasında harekete geçirilen organize işlerin içinde yalan, dolan, iftira, kamu kaynaklarının kişisel ihtiraslar doğrultusunda kullanımı, bombalama, cinayet, terör, ne ararsanız var.
Bu teşebbüslerin sergilediği tablonun bütünlüğüne bir bakıldığında devletin varlığını tehdit eden bir odaklanma ayan beyan görülüyor. Bu suç odaklarını göstermek için delil konusunda eksik yok, fazla bile var. Ama bu teşebbüslere karşı hiçbir hukuk iradesi harekete geçmiyor.
Hiç kimsenin göremediği “laikliğe karşı çalışmaların odağı olma” ihtimalini iktidar partisinde keşfediverip kendi başına, hukukun kendine yüklediği vazife adına harekete geçerek kapatma davası açan savcılar, nasıl oluyorsa herkesin ayan beyan gördüğü bu “demokrasiye karşı cuntacı yapılanma ve odaklanmalara” karşı sessizliklerini koruyorlar.
Aslında seyirci kalsalar bile yine iyi . AK Parti hakkında hukuk adına kapatma davası açmaya karar verenler, her biri bir sürü organize suç örgütünün odaklaşmış çabasını sergileyen bu darbe teşebbüslerinin yoğun çabalarının ortasına düşmekten, bunlarla aynı safteayer almaktan hiç çekinmiyor.
Bugün yüksek yargı ister 367 kararıyla ister gündemdeki diğer anayasa değişiklikleriyle ilgili davalarda, isterse de kapatma davasında şu ana kadar sergilediği tutumuyla anayasa metnini yeniden yazıyor. Anayasa metninin çok açık hükümleriyle kendisine tanımadığı yetkileri ihdas ederek bunları da anayasa metnine ekliyor. Bir yasa koyucu gibi yasa metni yazıyor. “Mevridi nassta içtihada mesağ yoktur” diyen meşhur hukuk ilkesine rağmen en kesin yasa hükümlerini bile içtihadına konu ediyor.
Burada hukukun lafzi metinlerine fiilen getirilen istisnalar bir anayasa ihlali gibi de görülmüyor. Son derece doğal ve kendiliğinden bir hak olarak görülen egemenliğin ihlal ve istisna yoluyla hatırlatılması sözkonusudur.
Burada bir hukuk devletinde “egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu” formülünün bütün yalınlığıyla işlemediği gerçeğini tabii ki göz ardı etmemek gerekiyor. Evrensel hukuk ilkeleri tabii ki bu egemenliğin kullanımında bazı sınırlamalar getirir.
Ama takdir edersiniz ki hem bu sınırlar hukukta bir istisna ifade etmez, hem de şu anda istisna koyan hukukun iradesinden değil, aksine hukuk ilkelerinin işleyişine de istisnalar koyan bir iradeden muzdaribiz.
Bu istisnalar her ne kadar egemenliğin şimdiki adresini gösteriyorsa da, bu adres siyasetin, yani insanın özgürlük ve adalet arayışının önünde aşılmaz bir kader olarak kabul edilemez.