R. Özdenören

R. Özdenören

Yasa niçin yapılır, nasıl uygulanır

Yasa niçin yapılır, nasıl uygulanır

Jakoben zihniyete bakarsanız yasa insanları onun cenderesine sokmak, o cendere içinde onları bir kalıba göre biçimlendirmek üzere yapılır.

Bu kafayla yapıldığı için jakoben zihniyetin biçim verdiği yasalar sürgit yürürlüğünü sürdüremez.

Peki, yasa niçin yapılır? İnsana biçim vermek, onu o biçim içinde muhafaza etmek için mi?..

Yoksa yasa insanın ihtiyacını düzenlemek için mi öngörülür?

Soruyu başka türlü de sormak mümkün: insan mı yasaya uymak zorunda bırakılmalı, yoksa yasa insanın ihtiyacını karşılamak üzere mi yapılmalıdır?

Bir yasa niçin yapılır?

Bir arada yaşayan insanlar belli bir hareket tarzını uygulamayı alışkanlık haline getirmiş olabilir. Mesela taşıtanla taşıyıcı bir malı "gemiye kadar" taşıtma ve taşıma hususunda mutabık kalmışlardır. Taşıyıcı malı "gemiye kadar" getirip bırakıyor. İşte tam da bu noktada aralarında ihtilâf baş gösteriyor. Taşıyıcı: "Gemiye kadar sözü metaı geminin içine indirmeyi de kapsar" diyor. Karşı taraf da: "Hayır, bu söz limanın bitip geminin başladığı sınırdır" iddiasını ileri sürüyor.

Aynı olay başka taşıyıcılar ve başka taşıtıcılar için de ihtilâf konusu olur. Mahkemelerden bazısı taraflardan birini, bazısı da öteki tarafı haklı bulan hükümler verir. Bu durumun muğlâk bırakılması artık söz konusu olamaz. Yasa koyucu bu ihtilaflı durumu bir biçimde karara bağlar, yasayı çıkartır. Bundan sonra yasa koyucunun dediğine uyulur.

Burada, yasanın düzenleyici işlevini açıklıkla görüyoruz. Yasa, burada, insanların ihtiyacı olan bir hususa açıklık sağlamak, ihtilâfı belli bir doğrultuda çözümlemek üzere vaz ediliyor.

Oysa belli bir toplumda yaşayan insanların gerek kendi aralarında, gerek yönetimle ilişkilerinde ihtiyaç duymadıkları bir konuda bir yasa vaz edilir ve insanı belli bir biçimde davranmaya mecbur tutarsa, bu takdirde jakoben yöntemin uygulandığını söyleriz. Mesela durduk yerde insanları şapka giymeye mecbur tutan bir yasa çıkartılsa jakoben yöntem uygulanmış olur. Böyle bir yasanın gündelik hayatta reel bir karşılığı bulunmadığı için yasa hukuken (de jure) yürürlükte bulunmasına rağmen, fiilen (de facto) o yasaya uyan kimse bulunmaz. Kimse de kimseyi o yasaya uymaya zorlayamaz...

Bu tür yasa yapmak toplum mühendislerinin işgüzarlığı olarak yapılır. Toplum mühendisi, kafasındaki ütopyaya göre topluma ve insana bir biçim vermek ister. 1930'lu yıllarda çıkartılan yasaların bir kısmı bu kategoride yer alır. Uyulup uyulmadığının denetlenmesi fevkalade zor, belki de imkânsız olan bu mahiyetteki yasalar hukuken yürürlükte sayılmasına rağmen fiiliyatta dışlanmışlardır. Mesela "Düğünlerde İsrafatın Men'ine Dair Kanunu" veya "Gazete Kâğıdından Kesekâğıdı Yapılmasının Men'ine Dair Kanun" değindiğimiz nitelikteki yasalardandır.

Jakoben yöntemin en kötü tezahürü yasa yapıcılıkta değil, fakat yasayı uygulayanlar tarafından benimsenilmesi halinde ortaya çıkar. Bu durumda yasa uygulayıcıları (yargı organı: yargıçlar, savcılar) "ben yaptım, oldu" zihniyetiyle hareket etmiş olur. Yasanın hükmü bile bile çiğnenir. Yargı organı yasanın hükmünü değil, kendi "bildiğini" uygular. Böylece belki düzgün bir yasanın yanlış uygulanması söz konusu olur. Ki, bunun düzeltilmesi yasa koyucunun zihniyetini düzeltmekten belki daha da zordur. Çünkü burası, tam da tuzun koktuğu yere tekabül eder.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
R. Özdenören Arşivi