Nesilleri kurtarmak

Nesilleri kurtarmak

Bediüzzaman 1943’teki Denizli hapsi, mahkemesi ve beraatinden sonra zorunlu ikamete tâbi tutulduğu Emirdağ’da “Adliye Vekili ve Risale-i Nur’la alâkadar mahkemelerin hakimleriyle bir hasbihaldir” başlığıyla yazdığı bir mektuba “Efendiler, siz ne için sebepsiz bizimle ve Risale-i Nur’la uğraşıyorsunuz?” sualiyle başlıyor ve ardından şöyle devam ediyordu:

“Kat’iyen size haber veriyorum ki, ben ve Risale-i Nur sizinle değil mübareze (çatışma), belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünkü Risale-i Nur ve hakikî şakirdleri (talebeleri), elli sene sonra gelen nesl-i âtiye (gelecek kuşaklara) gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar. ...”

Mektubunun devamında, eski İslâm terbiyesini alanların yüzde ellisi aramızdayken dahi millî ve İslâmî an’anelere karşı yüzde elli lâkaydlık gösterildiğini vurgulayan Said Nursî, “Elli sene sonra yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbi olup millet ve vatanı anarşiliğe sevk etmek ihtimalinin düşünülmesi ve o belâya karşı bir çare taharrîsi (arayışı), yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan men etti...” (Emirdağ Lâhikası, s. 54-6) diyordu.

Ve asıl hedefi ahiret olan Risale-i Nur’un dünyaya ait önemli hizmetlerinden birinin, millet ve vatanı anarşi tehlikesinden, gelecek nesilleri de dalâletten kurtarmak olduğunu yazıyordu.

Yine Said Nursî 1947 senesinde talebeleriyle beraber tutuklu olarak yargılandığı ve sonuçta yine beraat ettiği, ama temyizden dönen ilk mahkûmiyet kararında hükmedilen hapis cezasındaki süreyi tamamen keyfî ve hukuksuz bir şekilde cezaevinde tamamlamak durumunda bırakıldığı Afyon Mahkemesindeki müdafaalarında, devleti idare edenlere şöyle sesleniyordu:

“Ben bekliyordum ki, ya Ankara, ya Afyon beni sorguda pek büyük meseleler için, Nurların o meselelere hizmeti cihetinde bir meşveret dairesine alıp bir sual-cevap beklerdim. ... Hem beklerdim ki, ‘Vatanımızda anarşiliğe inkılâb eden komünist tehlikesine karşı Nurların tesirleri ne derecededir ve bu mübarek vatan bu dehşetli seyelândan (cereyandan) nasıl muhafaza edilecek?’ gibi dağ misillü meselelerinin sorulmasının lüzumu varken...” (Tarihçe, s. 857-8)

Eşref Edib’e verdiği mülâkattaki “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum” beyanları ile, bir Cumhuriyet Bayramı günü Eskişehir hapishanesindeki hücresinin penceresinden karşıdaki lise mektebine bakarken bahçede neşeyle gülüp oynarken gördüğü gençlerin elli sene sonraki hallerini düşünüp onlar için döktüğü gözyaşları, bu şefkat yüklü hassasiyetin diğer ifade ve tezahürleri.

Evet, Said Nursî bu milletin ve insanlığın, gelecek nesilleriyle birlikte önce ahiret ve ona bağlı olarak dünya hayatlarını kurtarıp, onları manevî tehlike ve tuzaklardan korumak için çırpınan ve bu gayret içindeyken, inanılmaz önyargı ve husumetlere hedef olup, son nefesine kadar dehşetli zulümlere maruz bırakılarak bu çabaları da engellenmek istenen bir muhabbet fedaisi.

Burada yansıtmaya çalıştığımız sitem yüklü çağrısı, vefatından elli yıl sonra hâlâ cevap bekliyor. Nesilleri çok yönlü ve çok boyutlu manevî tehlikelerden muhafaza edebilmek için, onun eserlerine duyulan ihtiyaç artarak devam ediyor.

Bu ihtiyacı gözardı edip onun çağrılarına ısrarla kulak tıkayarak sürdürülen yanlış politikaların zehirli neticeleri ise, maalesef gündemimizden hâlâ çıkaramadığımız terör saldırıları başta olmak üzere, hayatın her alanında kendisini gösteren anarşi, kaos, kriz, yozlaşma ve dejenerasyon gibi tezahürlerle karşımıza çıkıyor.

Bunların “Kürt meselesi” bağlamındaki yansıması da, BDP’lilerin “Serseri kurşuna dönüşen gençlerimize ulaşamıyor, korkuyoruz” gibi sözlerle dile getirdikleri kaygılarda ifadesini buluyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi