“Büyük şövalye ödülü” ve “cehâlet”!
Bayram öncesi yeterince tartışılmayan konularından biri de Cumhurbaşkanı Gül’ün İngiltere’nin önde gelen düşünce kuruluşu Chatham House Britanya Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nce “uluslar arası ilişkilere katkısından dolayı” verilen “yılın devlet adamı ödülü” oldu.
Amerikan küresel hegemonyası ve çıkarları adına ABD’nin dış politikasını yönlendiren, hedef ülkelerde kaos ve kargaşa çıkarmaktan darbelere, terörden iç savaşa, suikastlardan kitlesel ölümleri netice veren sefâletleri plânlayan Yahudi lobisi güdümündeki Dış İlişkiler Konseyi’ne (CFR) paralel örgüt olan Chatham House, bir Anglo-Amerikan kuruluşu.
1919 Paris Barış Konferansı sonrası Birinci Dünya Savaşı galipleri olarak İngiltere ve Amerika’nın kurduğu, İslâm âlemine ve Osmanlıya “Sevr hıyânet muahedesi”ni hazırlayıp dayatan kurum olarak bilinen Chatham House’un İngiliz siyasetine göre politikalar üretenlere, icra edenlere, rol oynayanlara ödüller dağıttığı, bilinen genel bilgiler arasında.
Bilindiği gibi Mayıs 2008’de Türkiye’ye gelen İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth, 1918’de Türkiye’yi işgale gelen “HMS Ajax” adlı İngiliz savaş gemisinin Dolmabahçe önünde demir attığı yerde demirleyen ve Türk karasularına girmesine rağmen Türk Bayrağı asmayan, “HMS İllustrious” adlı İngiliz savaş gemisinde eşi Edinburg Dükü Prens Phliip’le birlikte Gül’e “büyük haç-şövalye nişânı” takmıştı. Askerî tören ve resepsiyonun düzenlendiği İngiliz gemisinde Gül, “Büyük bir onurla aldığım Chatham House Ödülü Türkiye’yi taçlandırıyor” övgüsünde bulunmuştu…
SEÇİM SÜRECİ STRATEJİSİ
Bir diğer husus, geçen yüzyılın en büyük emperyalist gücü İngiltere ile aynı küresel istilâcı “misyon”u üstlenen ABD’nin oluşturduğu sözkonusu “Anglo-Amerikan emperyalist güç odağı” emrindeki uluslar arası sermayenin ortak işgal ve sömürü plân ve projelerini hazırlayan “Chatham House Ödülü”nün, 1918’de İngilizlerin Çanakkale Boğazı’nı işgali ile İskenderun ve Antakya’ya asker çıkardığı gününün yıldönümü olan 9 Kasım’a denk getirilmesiydi…
Daha da ilginci, Kraliçe’nin iki yıl önceki ziyaretinde, “Kraliçe geldiğinde, âile yakınımız ziyaret etmiş gibi oldu, akraba gelmiş gibiydi” diye sevincini dile getiren ve Londra’nın kendisi için hatıra dolu bir şehir olduğunu belirterek, “Burada kendimi evimde gibi hissediyorum” diyen Hayrünnisa Gül’ün, ilkokulda başörtüsüne “cehâlet” yorumuydu.
Ancak asıl çarpıcı olan, Hayrünnisa Hanım’ın “İlkokul öğrencisinin kendi isteği ile başörtüsü takması gibi bir şey söz konusu olamaz. Bu konuda yaşanan bir cehâlet varsa biz bunu da ortadan kaldıracağız” sözlerine önce tam destek veren Cumhurbaşkanı Gül’ün, peşinden “Bu türban konusunda bıktım açıkçası” diye kesip atmasına, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “Eğer Sayın Cumhurbaşkanı bıktıysa meseleyi kapatalım” istihzasıydı.
Ve ardından muhalefetin “YÖK’ün yapısı, seçim barajı ve dokunulmazlıkların sınırlandırılması” şartlarını reddederek peşinen konuyu kapatan Başbakan Erdoğan’ın, son tartışmalar üzerine, “Benim farklı özgürlük anlayışım var, meseleyi 2011 seçimlerinden sonra yeni anayasa ile birlikte ele alalım” deyip yasağın kaldırılmasını resmen rafa kaldırmasıydı.
Strateji belli. Siyasî hesap, seçim sürecinde özellikle carî açık ve sıcak paranın patlama ihtimaline karşı yine “başörtüsü”ne sığınıp politik kart olarak kullanmak. Seçim öncesinde yine “yeni anayasa”ya atıf yapıp “beklentiler” meydana getirtmek. Dokuz yıllık icraat yerine “beklentiler” üzerinden siyaset yapmak…
AKP’NİN “AİHM
SAVUNMASI”NA NE DER?
Peki, halkın yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğu Türkiye’de, Kur’ân âyetlerinin tefsiri ve Peygamberimizin hadisleriyle tamamen “Allah’ın emri” ve “dinî bir vecîbe” olduğu devletin din işleriyle ilgili anayasal kurumu Diyanet’in fetva kararlarıyla sabit olan tesettürün parçası başörtüsüne dair bu yorumlar neyin nesi?
Gerçek şu ki, “provokasyon” kokan bazı “eylemler” bir yana, İslâm’da başta namaz ve oruç olmak üzere, farzlar ve emirler için “akil-baliğ çağı (yaşı)” şart koşulmakta. Peygamberimizin “7 yaşından itibaren çocuklarınızı namaz kılmaya teşvik edip alıştırınız, 10 yaşında ikaz ediniz” buyruğunda olduğu gibi sözkonusu “farziyet dönemi” öncesi teşvik, özendirme ve alıştırmanın gereği ve önemi bildirilmekte.
Bu durumda ilkokulda “yönetmeliklerin gereği”yle yetinileceğine, başörtüsüyle “cehâlet”in yan yana telâffuzunun gereği nedir?
“Bütün kadınların hakları adına” AİHM’de açtığı ve “Asla geri çekmem!” dediği dâvâsını “eşinin görevi nedeniyle” geri çeken First Lady, Dışişleri Bakanı olarak eşinin imzaladığı ve AKP hükûmetinin AİHM’e gönderdiği “savunma”nda yasadışı yasağı dayatan yasakçıların mülâhazalarıyla “üniversitelerdeki laik eğitimle çelişen ve bağdaşmayan başörtüsü, Anayasada yasaklanan din istismarıdır” çarpıtmasına ne der acaba?
“Hükûmet savunması”nda, “üniversitede türban çağdaşlaşma yolunda bir geri adımdır, gericiliği teşvik etmektedir” denilerek, “siyasal simge haline getirilen başörtüsü özgürlük sorunu değil, politikacılar tarafından şeriat amaçlı kullanılmış bir olgudur” zihniyetiyle inancını yaşama hakkını “laikliğe aykırı”, “siyasî simge” ve “gerginlik sebebi” görülmesine neden tepki göstermedi?
Hiç kimsenin dinin sârih ve kesin bir hükmünü -yaşa bağlı- “cehâlet” saymaya veya seçim malzemesi yapmaya hakkı yoktur…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.