Bu topraklar neden tımarhane gibi?..

Bu topraklar neden tımarhane gibi?..

Bazen o kadar çok şey birikiyor ki. Etkileniyorsun, topluyorsun, not alıyorsun ama yetişemiyorsun.
Köşe yetmiyor yazmak için.
Çünkü Türkiye bir tımarhane! Tarihiyle, coğrafyasıyla, insanlarıyla, güncel siyasetiyle öyle...
Hangisini yazsam?
New York’ta gezdiğim Kör Randevular (Blind Dates Project) adını taşıyan sergiyi mi?
Küratörlüğünü Defne Ayaş yapıyor. Şanghay’da yaşayan, İstanbul’la New York’u da kendisine sanatsal mekân olarak seçmiş genç bir Türk.
Aralarında Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin bulunduğu otuz sanatçının ortak platformunda, Osmanlı coğrafyasının ana baba günlerinde yaşanan altüst oluşun izleri görülüyor.
Belki bir başka deyişle:
Tarih sorgulanıyor, yeniden yorumlanıyor. Daha önemlisi, silinmiş tecrübeler ortaya çıkarılıyor.
Bunlara o kadar ihtiyacımız var ki bu ülkede. Tarihimizi yeniden yazmak zorundayız çünkü. Bu yalnız geçmişi değil, geleceğimizi de aydınlatmak için lazım.
Defne Ayaş’ın Pratt Manhattan Galerisi’ndeki sergisinde tanıştığım yaşları hayli ilerlemiş Ermeni karı kocayı da yazabilirim.
Biri Kahire doğumlu. 1915’te annesi altı yaşındayken anasız babasız Mısır’a gelmiş Çukurova’dan. Yetimhanede büyürken bir Ermeni aile tarafından evlat edinilmiş.
Ötekinin ailesi Edirne’den.
“19. yüzyılın sonlarında küçük soykırımdan kaçarak Bulgaristan’a sığındık” diye anlatıyor. Sonra Viyana’da karşılaşıp evlenmişler ve sonra New York’a göç...
Ressam Elif Uras’ın İznik çinileri ve Kütahya seramikleriyle işlediği, Ermeni-Kürtlerin hikâyelerinin de yer aldığı gözalıcı platform da kendi başına bir yazı konusu olabilir.
Ya da halen Amsterdam’da yaşayan Diyarbakırlı genç ressam Ahmet Öğüt...
Veyahut 1915’te Anadolu’daki köklerinden koparılan ve sonu New York’ta intiharla noktalanan bir Ermeni kadın ressamın hazin yaşamı ile sergideki çarpıcı resimleri de bir başka yazı konusu...
New York’ta yaşayan “Bingöllü pizzacı“ya ne dersiniz? 1990’larda iki kız kardeşi dağda ölen genç Kürt adamın duygu ve düşünce dünyasına kulak vermek istemez misiniz?
Manhattan’daki Dervish Restourant’ta bir pazar günü Galatasaray’ın gene yenildiği bir maçını izlerken, barda tanıştığım Bingöllünün acıklı hikâyesi de bizim coğrafyamızın nasıl bir tımarhane olduğunu anlatan bir yazı konusu olabilir.
Ya “12 yıldır hayatım kâbusa dönüştü” diyen Pınar Selek‘le ilgili Yargıtay kararını hukuk adına eleştirmeden geçmek mümkün mü?
Tarihimizde inkâr edilen bazı gerçeklere inatla ışık tuttuğu için neredeyse tüm ömrünü hapishanelerde geçirmiş olan sevgili İsmail Beşikçi’nin, Kandil’in K’sını Kürtçe Q ile yazdığı için yargılanması da başlı başına bir yazı konusu değil mi?
Başbakan’ı protesto ettikleri için 15’er ay hapse mahkûm edilen üniversiteli 18 öğrencinin hallerini de yazamadım, olacak şey mi diye...
“Silahlı mücadele miadını doldurdu” diyerek doğru bir noktaya dokunan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’e İmralı’dan ayar veren Öcalan’ı eleştirmek de bir başka yazı konusudur.
Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Naipaul’a gösterilen bazı tepkilerin ifade özgürlüğü açısından ölçüsüzlüğünü, yanlışlığını da elim deyip maalesef yazamadım.
O kadar çok şey var ki.
Berlin’de, Dersim 37-38 Konferansı’nda yıllar sonra buluştuğum ve dostluğumuz 1960’ların Ankara gazeteciliğine uzanan sevgili Ahmet Kahraman’ın Almanya’daki sürgün yıllarında yaşadığı acılara da değinebilirdim, olmadı.
Bir konu daha var:
Doğan Akhanlı için adalet!
Doğan Akhanlı, yurtdışına gitmek zorunda kalmış on binlerce 12 Eylül mağdurundan biri. 19 yıl sürgün kaldıktan sonra, iyice yaşlanan hasta babasının ölüm haberini de uzaklarda almak istemediğinden 10 Ağustos 2010 tarihinde ülkesine dönmeye karar verir. Sürgün yıllarında önce annesini, sonra ağabeysini kaybetmiştir.
Nerdeyse tüm mağdurlar gibi o da sınır kapısında başına neler geleceğini bilmeden, ama gelecek şeyleri de göze alarak gelir. En fazla eski dosyaları ile ilgili sorunlar nedeniyle geceyi emniyette geçireceğini hesaplar.
Doğan, beklediği gibi, girişte gözlem altına alınır. Ama ne kendisi ne de avukatı, neden gözaltına alındığını emniyette ve mahkemede öğrenemez.
Sorgu aşamasında dosyayı görmek isteyen Doğan Akhanlı’nın avukatına, yargıç tarafından sadece 5 dakika süre verilir. (Evet, doğru okudunuz sadece beş dakika.)
Kalın bir klasör avukat tarafından bu beş dakikada öğrenilecek ve müvekkiline de neyle suçlandığı hukukçu süzgecinden geçirilerek anlatılacaktır.
Sözü uzatmak yersiz.
Davanın ilk duruşması 8 Aralık’ta. Keyfi tutukluluk halini ağustos ayından beri yaşayan Doğan Akhanlı için ben de adalet istiyorum.
İyi pazarlar!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi