Yaprak dökümü
Bundan yaklaşık altı yıl önce, 27 Mart 2005’te İstanbul’da yapılan Üstadı anma toplantısı, senelerdir aynı hedefe yürüdükleri halde konjonktürel, şahsî ve hissî sebeplerle ayrı duran hizmet erbabını yıllar sonra bir araya getirerek çok müthiş bir coşku ve heyecan atmosferinin yaşanmasına vesile olmuştu.
Aynı buluşma, yaklaşık iki ay sonra daha geniş katılımla 22 Mayıs’ta Konya’da tekrarlandı.
Temayüz etmiş katılımcılarını hatırlayalım:
Mustafa Sungur, Mehmet Fırıncı, Mehmet Emin Birinci, Mustafa Türkmenoğlu, Hilmi Doğan, Said Gecegezen, Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı.
Sungur, Fırıncı, Birinci ve Türkmenoğlu’nun sahneye çıkıp selâmlama konuşmaları yaptıkları, Doğan’ın “Erek Dağı” şiirini seslendirdiği, Mehmet Kutlular’ın da “Kuruluşundan beri gazetenin sahibi olarak ben görünüyorum. Ama bu görevi bana buradaki ağabeyler verdi. Yeni Asya’nın asıl sahibi onlar” dediği tarihî toplantı.
Aradan geçen zaman zarfında, oradaki varlıklarıyla hâzırûna duygulu saatler yaşatan değerli zatlar birer birer aramızdan ayrılarak berzah âlemindeki cennet menzillerine intikal ettiler.
3 Nisan 2007’deki vefatıyla terhis belgesini alan ilk isim, Birinci oldu. (Aynı yılın 5 Ocak’ında vefat eden İstanbul kahramanlarından Hakkı Yavuztürk’ten üç ay sonra. Ve Mehmet Fırıncı, Yavuztürk’ün cenazesinde “Biz, Muhsin Alev, Mehmet Emin Birinci, Ahmet Aytimur, Üzeyir Şenler ve Hakkı Yavuztürk’le bir ekiptik. Ahirete ilk gidenimiz Hakkı Ağabey oldu” demişti.)
Birinci’den üç ay sonra, 11 Temmuz’da Türkmenoğlu da Hakkın rahmetine kavuştu. Sözünü ettiğimiz 2005 Konya buluşmasını, Üstadın kendisine “Benim adıma uygun gördüğün herkese selâm söyleyebilirsin” dediğini naklettikten sonra, “Üstadın hepinize selâmı var” diyerek renklendirip salondakileri coşturan Türkmenoğlu’nu, vefatından yaklaşık dört ay önce yine bir Üstadı anma toplantısı için gittiğimiz Konya’da tedavi gördüğü hastanede ziyaret etmiştik.
Konya buluşmasının katılımcılarından Hilmi Doğan da, hayli uzun bir hastalık ve tedavi sürecini takiben, aynı yıl, Türkmenoğlu’ndan yaklaşık beş buçuk ay sonra, 20 Kasım’da vefat etti.
Aynı buluşmaya iştirak ettiği halde vitrinde gözükmeyenlerden biri İsmail Ambarlı idi. Emeklilik sonrası İstanbul’dan ayrılıp memleketi Konya’ya taşınmasının ardından, farklı yerlerdeki ayaküstü bir-iki görüşme dışında bir araya gelemediğimiz Ambarlı ile orada kucaklaştık.
İstanbul’da iken önce uzun yıllar Beyoğlu-Kasımpaşa Yeni Asya okuyucuları içinde aktif bir konumdaydı. Sonra Büyükçekmece’de biraz daha uzlete ve geri plana çekilen, ama hizmetle bağını devam ettiren bir çizgiyi muhafaza etti.
Konya’ya taşındıktan sonra ise, aradaki irtibatın zayıflamasına da bağlı olarak, metod ve meşrep noktasında “biraz daha farklı” bir düzleme kaydığını gösteren sinyaller vermeye başladı.
Ama bunlar esasa taallûk eden şeyler değildi.
Ve biz Ambarlı’yı, 27 Mayıs sonrasının o zorlu şartlarında, Risale-i Nur’a ve Nur Talebeleri başta olmak üzere bütün dindarlara yoğun baskılar uygulanıp ilâveten farklı taktiklerle çeşitli fitnelerin tezgâhlandığı çok dehşetli bir ortamda, saldırıları püskürtüp gerçekleri haykırmak ve ehl-i imanın kuvve-i maneviyesini takviye etmek üzere neşir hizmetinin öncüleri olarak çıkan Zülfikar, İhlâs, Uhuvvet gazetelerinin yükünü omuzlayan, bir anlamda “kelle koltukta” manevî cihad meydanına koşan, medrese-i Yusufiyelerde epeyce kalan ve ömrünün son ânına kadar ideallerini terk etmeyen hizmet kahramanlarından biri olarak tanıyor ve öyle hatırlıyoruz.
O, zorlu bir kışta gelip bugünkü Cennetâsâ baharların tohumlarını serpen imanlı, ihlâslı, fedakâr, Allah rızasından başka hiçbir hedef gözetmeden, ömür sermayelerini hizmete vakfeden öncü bir neslin seçkin mensuplarındandı.
Ruhu şad, mekânı Cennet olsun.