GS’yi sevmeyen bu yazıyı okumasın!
Yurt dışındayım, cep telefonum çaldı: “Bravo, derbiyi almışsınız!”
Boş bulundum:
“Ne derbisi?”
Fenerli dostun sesinde alaycı titreşimler:
“Beyoğlu derbisi!”
Ben duraklayınca, “Kasımpaşa’yı 3-0 yendiniz ya” diyerek bir kahkahayla kapanıyor telefon...
Ne hallere düştük.
Galatasaray’a gönül vermiş bir taraftar ve Divan Heyeti üyesi olarak uzun yıllardır Cimbom olarak böylesine döküldüğümüzü, perişanları oynadığımızı anımsamıyorum.
Durum gerçekten acıklı.
15 maçta 20 puan!
Fenerbahçe 10 puan önümüzde. Lider Trabzon’la puan farkımız 16 ya çıkmış durumda. Bursa, Kayseri almış başını gidiyorlar.
15 maçta attığımız 18 gol, yediğimiz 19 gol. Fenerbahçe tam 38 gol atmış, 19 gol yemiş. Trabzon 34 gol atarken, 9 gol yemiş.
Nal topluyoruz.
Bu yazıyı geciktirdim.
Önce Beşiktaş derbisini bekledim. Ona da kendi sahamızda 2-0 yenilince, hadi bir hafta daha sık dişini dedim kendi kendime...
Değişen bir şey yok.
Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum.
Çoktan havlu attık.
Gazeteye giderken hep yeni stadımızın önünden geçiyorum. Heyecan verici bir yapı. Ama Avrupa’dan, şampiyonluktan kopmuş, neredeyse düşlerini yitirmiş bir takımla böyle bir stadyuma gitmek...
Sevinemiyorum.
Sorun, Frank Rijkaard mıydı?..
Sanmıyorum.
Bu takımın çatısı baştan iyi kurulmadı, daha önemlisi kötü yönetildi bu takım...
Ali Sami Yen’de Beşiktaş’la oynarken kapalı tribüne boydan boya asmışlardı:
“Aşkımızın sonu yoktur!”
Ama Nobre’den kafayla ikinci golü yiyince, aynı tribünlerden “Yönetim istifa!” sesleri yükselmeye başladı dalga dalga. Taraftar daha maçın bitmesine 10 dakika varken stadı terketmeye başladı.
İçim acıdı.
Çok para harcamakla iyi takım kurulmuyor. Hiçbir beklentisi olmayan, çok şeye doymuş yabancılar, parayı alıyor ama oynamıyorlar. Böylece başkalarının da, gençlerin de önü tıkanıyor.
Oysa başarıya, şöhrete, paraya aç gençler lazım Galatasaray’a. Öncelikle onları bulmak gerekiyor. Daha doğru deyişle, böylesine genç topçuların yetişeceği bir ‘altyapı’yı bir ‘sistem’i sabırla kurmak şart.
Harikalar yaratan Barcelona’nın ilk 11’inde 8 topçu kendi altyapısından geliyor. İşte mesele budur. Bunun için doğru insanlarla, doğru sistemle sabretmektir.
Kısacası:
Yeni bir atılım!
Tıpkı 1980’lerde, büyük Alman futbol adamı Jupp Derwall’la gerçekleştirilen atılım gibi.
Bu atılımın ürünüdür, Galatasaray’ın 8 lig şampiyonluğuyla 2000’de Avrupa’daki UEFA ve Süper kupaları. Buna, çekirdeğini o zamanki Galatasaray’ın oluşturduğu milli takımın 2002’deki Dünya Üçüncülüğü’nü de katabilirsiniz.
Ama sonra durdu her şey.
2000’de zirvedeyken başarıyı kalıcı kılabilecek bir sistem üretemedik, gerekli ‘altyapı’yı kuramadık.
Oysa, kafayı buna çalıştırmamız şart. Yeni stadyumu hiç kuşkusuz önemsiyorum. Ama bu muhteşem tesisin kendi başına başarı kapısını açması uzak ihtimaldir.
Kabahati futbolcularımıza atamıyorum.
Suçun kökleri ‘yönetim’e gidiyor.
Bu kadar para harcayıp hâlâ koca Galatasaray’a Hakan Şükür sonrası iyi bir golcü, hâlâ iyi bir kaleci bulamayan, hâlâ gönül rahatlığıyla bize maç seyrettirecek bir savunma göbeği kuramayan ve kalemize yönelik her yan topta yüreğimizi ağzımıza getiren bu takımla ilgili olarak elbette önce yönetimi suçluyorum, kabahati yöneticilerimizde buluyorum.
Bunca yıldır bu kadar kötü olmadık. Ne doğru dürüst gol pozisyonu üretebiliyoruz. Ne ayağımıza gelen fırsatları gole çevirebiliyoruz, ne son vuruşlarda becerikli davranabiliyoruz.
Gol kısırlığımız müthiş.
Ne de doğru dürüst savunma yapabiliyoruz. Yediğimiz kolay gollerle alay konusu olmaya devam ediyoruz.
İçimden sormak geliyor:
Yeni stadımıza da ayaklarımız geri geri mi gideceğiz? Bu takımı kim, nasıl elektriklendirecek? Bu takıma yeniden nasıl ruh kazandıracağız?
Yaşadığımızın adı ‘çöküş’tür.
Adnan Başkan olmuyor!
Ne yazık ki öyle.