Endîşe
Roland Barthes (1915-1980) adlı bir Fransız filozof var. Şu sıralar bir sözünü sıkça hatırlıyorum:
“Le fascisme ce n’est pas l’interdiction de dire, c’est l’obligation de dire.” (Faşizm söyleme memnûiyeti değil, söyleme mecbûriyetidir.)
Müdhiş iç burkan bir tesbit. Yâni sizi istediğiniz bir şeyi söylemekden menetmiyor. Daha fecîsi istemediğiniz, inanmadığınız şeyleri söylemeye de mecbur kılıyor.
Bizim onyıllar boyu bu toplumda yaşadığımız işte bu oldu. Bir Türk büyüğünü sevmediğini söylemek “cür’etini” gösterdiği için mahkemelerde sürüm sürüm süründürülen insanlar yabancımız değil. Bir yer adını Kürdce imlâsıyla yazdığı için, yâhut buna benzer “cürümler” gerekçe gösterilerek yıllarca hapis cezâsına çarptırılmış, veyâ çarptırılma tehlikesiyle yüzyüze yurddaşlarımızı toplasanız takviyeli bir piyâde taburu eder. Onlarla kimbilir kaç orduevinin uşak ve yanaşma ihtiyâcını karşılayabilirsiniz. Bizzat başımdan geçdi. “Der Spiegel” Dergisi’ne 12 Mart zorbaları için “Bunlar Kemalist olduklarını iddia ediyorlar ama değiller. Atatürk darbecilerden nefret ederdi.” diye yazdığım için hakkımda tutuklama karârı çıkarıp 15 yıl ağır hapis cezâsı istediler de Türkiye dışında bulunmam sâyesinde canımı zor kurtardım.
Oysa o yıllar Evren ve hempâlarını Atatürk sevgisinin iflâh kabûl etmez âşıkları olarak göklere çıkaran sahtekârlar el üstünde tutuluyorlardı. Sonradan öne atılıp hürriyet ve demokrasi kahramanlığı pozunu da kimseye bırakmadılar o başka.
Bugün maazallah yine bir askerî dikta yönetimi dizginleri alsa bir kere daha dönüp askere yaltaklanacaklar aynı şahıslar olurlar. Çünki bunların damak zevkı postal köselesi lezzetine göre teşekkül etmişdir.
Bunları şunun için anlatıyorum:
Bugün “endîşeliler” diye adlandırılan ve mümeyyiz vasfı AK Parti, bilhassa da R. T. Erdoğan düşmanlığı olan seçmen kitlesi kendileri gibi düşünmeyenleri “faşizm” suçlamasıyla yıldırmaya meyyâl. O kendilerinden çok daha kalabalık kitlenin demokrasiden nasîbini almamış olduğunu iddia ediyor bunlar. Ama tuhafdır ki bir yandan meselâ kılık kıyâfet konusunda “gericiler”in “ilericiler” üzerinde baskı kurduğunu iddia ederken asıl baskıyı, yine meselâ başörtüsü meselesinde kendilerinin kurduğu gerçeğini hasıraltı ediyorlar.
“Yalaka” diye “yandaş” diye aşağıladıkları isim ve kalemlere bakınız! Aralarında sol kökenlilerin kabarık sayıda hattâ muhtemelen çoğunlukda olduğunu göreceksiniz. Ayrıca bu isimleri incelerseniz yine göreceksiniz ki pek çok meselede farklı, hattâ zıd görüşlere sâhib insanlardır bu kimseler. Peki, o zaman AK Parti’yi destekleme konusunda niçin hemfikirler? Biri bunlara büyü mü yapdı?
CHP adlı gayyâ kuyusuna bel bağlayıp dedikoduyla ömür tüketmek yerine bunun sebebleri üzerine kafa yorsalar ilginç sonuçlara varabilirler. Ama o takdirde hayatlarını bir yalan üzerine kurduklarını farkederek melankoliye de kapılmaları imkân dâhilindedir.
Onlar endîşeli ama ben de endîşeliyim!
Muhâlefet diye yutturdukları ortaoyununun sefâletini gördükçe!