Hakkari’de Kutlu Doğum programı
Bu hafta sizlere önemli bir konu olan “Nasıl Siyer öğrenmeliyiz?..” başlığında siyerin usûlüne dair bazı noktaları yazacaktım. Ama geçen hafta Anadolu’da katıldığımız programlardan hiç değilse bazılarını sizlerle paylaşma adına, o konuyu müsaadenizle iki hafta sonraki yazımıza bırakıyoruz.
Geçen hafta önce Kahramanmaraş, Türkoğlu’nda; “Efendimiz ve Vefa” Pazarcık’ta; “Nübüvvetin mucizesi: Sahabe; Sahabenin Mucizesi: Hz. Ali” başlığında konferanslarımız oldu. Daha sonra Adıyaman, Besni’de; “21. Yüzyılda Sahabe Gibi Olmak” Gölbaşı’nda ise; “O’nu (s.a.v) Sahabe Gibi Sevmek” başlıklarında konferanslarımız devam etti. Bu 4 programı da sizlere inanın tek tek yazmak, orada tanıştığımız yeni dostları size haber vermek isterdim. Samsat’ta ilk hadisenin büyük kahramanı Safvan ibn Muattal’ı sizlere tanıtmak, o yüce insanı ziyaret ederken duyduğumuz ruh halini sizlerle paylaşmak isterdim. Ama haftada bir kez yazı yazan birisinin tüm bunlara değinecek imkânının olmayacağını herhalde takdir edersiniz. Sadece şu kadarını söyleyeyim ki; gerek program organizasyonlarını yapan kardeşlerimiz, gerek Efendimiz’i biraz daha yakından tanıma adına salonları dolduran insanlarımızın o güzel ilgi ve alakaları, gerçekten görülmeye değerdi.
Anadolu’daki seyahatimizde Kutlu Doğum Haftası’nın insanımızda oluşturduğu bu heyecanı ve coşkuyu görünce hep zihin dünyamızda Efendimiz’in şu hadisi yankılandı. Sözün Sultanı birçok hadis kitabında geçen bir sözünde buyuruyordu ki: “Mü'min, taze ekin gibidir. Rüzgâr estikçe savrulur; yatar, kalkar ama kökünden tamamen kopmaz. İnkârcı ise çam ağacı gibidir. Sağlam görünür, bakanlar rüzgârdan etkilenmediğini zannederler; ama bir devrildi mi, bir daha doğrulamaz.” Anadolu’yu gezdikçe bu hadisin ne anlama geldiğini insan daha iyi anlıyor ve gerçekten “Sadakte Ya Rasûlullah!” demekten başka bir yol da bulamıyor.
Birbirinden güzel bu 4 programdan sonra durağımız Hakkari oluyor. Hakkari’de de; “Efendimiz’le Yaşamak” başlığında bir konferansımız oluyor. Bu programın organizasyonunu çoğunluğunu imam arkadaşlarımızın oluşturduğu Hakkari Eğitim ve Kalkınma Derneği (HEK-DER) yapıyor. Kapalı Spor Salonu'nda gerçekleşen bu programa katılmak için içeriye girdiğimizde, bölge halkının coşkusu ve heyecanı bizleri ziyadesi ile memnun ediyor. Bölge insanının binlerce sorun ve derdine rağmen bu iştiyakı, umutlarımıza umut katıyor. Binlerce insan tam 3 saat boyunca büyük bir dikkat ve istek ile programı takip ediyor ve gözlerden Efendimiz’e ve O’nun mübarek ellerinde yetişen o pak nesle olan sevgi ve hürmet her hallerinden belli oluyordu.
Bu fakir için Hakkari’de “Efendimiz’le Yaşamak” demek çok anlamlıydı. çünkü yıllardır çok farklı ve birçok yönlü zulüm altında inleyen insanımıza, hayatın her alanının ve her anın tartışılmaz rehberi olan Efendimiz’in söyleyeceği çok söz vardı. Birilerinin sahte, yalan, tek taraflı bir yönü imar ederken, birkaç yönü imha eden söylemlerinin karşısında Peygamberî soluğu insanımıza duyurmak, gerçek hidayet ve saadet yolunun neresi olduğunu göstermek çok önemliydi. Bunu ne kadar yapabildiğimiz bir tarafa, bunun böyle olduğu herhalde hepimizin üzerinde ittifak ettiği bir konudur.
Bu program vesilesi ile bölge insanıyla hiç değilse 2 gün boyunca beraber olmanın imkânını elde ettik. Onlar bizlerden istifade etme adına bizi oralara davet etmişlerdi, ama asıl istifade edenin bizler olduğu muhakkaktır. 2 gün boyunca onların dertlerini, sorunlarını ve beklentilerini bizzat kendi ağızlarından işittik. Bölgenin sorunlarına az ya da çok duyarlı olan biri olarak, ilk kez orada o insanların lisanlarından bunları duymak bizim için çok önemliydi.
Birkaç senedir kısmî bir sükûnetin hâkim olduğu bölge, son nevruz olayları ile yeniden sıcak olaylar yaşamış, biraz olsun rahatı elde etmiş olan halk bir daha alışık olduğu sorunlarla yeniden karşı karşıya gelmişti, ya da daha doğru bir ifade ile getirilmişti. Orada görüştüğümüz başta bölgenin tanımış âlim, imam ve sivil toplum kuruluşlarının başkanları olmak üzere herkesin ortak bir kanaati vardı. Bu da; ister derin güçlerin, ister halk adına mücadele verdiğini söyleyen malûm örgütün içerisindeki karanlık güçlerin, bölgenin selâmetini istemedikleri gerçeğiydi. Herkesin artık çok iyi bildiği ve dile getirmekten çekinmediği bir hakikat vardı ki; birileri bu bölgede milletin kanından, anarşiden ve kaos ortamından nasipleniyorlardı. Orada sağlanacak bir sükûnet ortamı, bu karanlık güçlerin sonu demekti. Onlarca yıldır sigaralarını yakmak için bir ormanı ateşe vermekten çekinmeyen halk düşmanı bu zihniyetin, en son nevruz olaylarında yaptıkları, gerçekten bu söylenenleri destekler nitelikte idi.
Peki, bölge halkı devletten ve bizlerden neler bekliyor? Beklentiler ve talepler nelerdir? öğrenebildiğimiz tespitleri bir dahaki yazımızda sizlerle paylaşacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.