Direniş
İnsanlara, baskı karşısında direnin diye öğüt vermek kolay, ama o öğüdün nasıl tutulacağını göstermek zordur. çünkü direnmeyi göstermek o işi fiilen yapmakla birdir. Başka bir söyleyişle, direnişi tanımlayarak göstermek, birine bir adresi tarif etmeye benzemez. İllâ da o adresi tarif etmek gerekecekse, bunun yolu, bizzat o adrese gitmek olur.
Israrlı bir baskı karşısında taraflardan biri kaybedecektir: ya baskı kullanan veya baskıya maruz kalan. Durum, tarafların tahammül gücüyle belirlenir. Direnç göstermesi gerekirken herhangi bir sebeple direnci kırılan veya baskı uygularken tahmin etmediği güçte bir dirençle karşılaşan baskıcı, sonunda yenilmiş olan yana düşer.
Baskı uygulayanın doğal olarak gücü de elinde bulundurduğunu kabul ediyoruz. Ancak elde bulundurulan güç aynı zamanda ceberut bir güç olmak gerekiyor. Baskı uygulayan, elinde bulundurduğu gücü baskı uygulamak için ve neticede elindeki gücü kaybetmemek için kullanmaktadır. Baskı uygulayan, elindeki gücü baskı uygulamak için kullanmadığı takdirde, o gücü kaybedeceğini düşünmektedir. Burada, onun kısır döngüsü başlamaktadır. Baskı kullanan, gücünü, zorunlu olarak baskı için kullanmak zorunda duyumsamaktadır kendini. Dolayısıyla, gafletle bile olsa, bir ân için, baskıdan vazgeçmesi halinde, gücünün elden çıkacağını ve iktidarının elinden kaçacağını düşünmektedir.
Baskıya maruz kalansa, zaten elinde güç bulunduramadığı için baskı altında tutulduğunu ve kendisine bu yüzden baskı reva görüldüğünü kabul etmektedir. Bu kabul de, onun açmazıdır. Böyle bir kabulle olaya yaklaşan kimse, aslında baskıya reva görülmekle kalmaz, aynı zamanda onun baskıya müstahak olduğu da söylenir.
Tarafların (baskıcının ve baskı altında tutulanın) böylece, yalnızca kendi güçsüzlüklerinin farkında olarak yola çıktıklarını söyleyebiliriz. Her iki taraf da, yalnızca kendi gücü (dolayısıyla güçsüzlüğü) hakkında bir fikir sahibi olarak yola çıkıyor. Böylece her iki taraf da kritik bir zemin üstünde duruyor. Burada, uyanık bulunan, dolayısıyla karşı tarafın da en az kendisi kadar güçsüz olduğunu fark eden, kendiliğinden direnişe geçecek mekanizmayı geliştirmeye teşebbüs edecektir: bu teşebbüste, kim ön alırsa sonuçta onun zaferi beklenir.
Aslında, kendi güçsüzlüğünün bilincinde olan baskı altındaki kişiye “Diren!” diye öğüt vermek bir tür yüzsüzlük sayılsa bile, ona, içinde bulunduğu güçsüzlüğün aynı zamanda onun için bir güç kaynağı olabileceğini hatırlatmak gerekiyor.
Despot, yalnızca elinde bir iktidarı bulundurmak için baskıya başvuruyor. Oysa baskı altında tutulan, kendini aşan bir amaca yöneliyor. Bu durum da baskıya maruz kalanın elinde tuttuğu bir güç unsuru ve onun direncine direnç katabilecek bir faktör haline geliyor. Böylece son olarak söylenecek söz, nihai zaferin, şimdilik mağlûp görünse de, baskı altında tutulanın, yani mağdur olanındır demek gerekiyor.
(Bu köşenin müstahdeminin imzasını taşıyan ve 18.11.2004 tarihli Yeni Şafak'ı referans veren yukarıdaki yazıyı bir internet sitesinde gördüm. Bu günlere de ilmekler attığını veya sanki bugünler için yazılmış olduğu izlenimini veren yazıyı aynen iktibas etmekten kendimi alamadım.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.